20 Şubat 2024 Salı

Çalışkan çocukların dondurmaları sihirli olur

                                

Bir gölüm şimdi. Bana doğru eğiliyor bir kadın, Derinliklerimi araştırıyor, keşfetmek için kendini
Ariel ve Seçme Şiirler/Sylvia Plath

Babam sevdiğini severdi. Sevdiği adamın işini iyi yapardı. Kendini de sevdirirdi. A. Dayı vardı. Bizim semtin fırıncısı. Tabi o zamanlar üç beş fırını vardı. Sonra fabrikası oldu. Çok zengindi. Babamı severdi. Bayramda elini öptüğümüzde jilet gibi kağıt bir liralardan verirdi. Şimdilerde yatalak olmuş. Annem hep anar onu.  "Hakkı çok büyük üstümüzde. Kapıya gelir ekmekleri asar asar giderdi." derdi. Bende A. dayının üzerimizde hakkının çok büyük olduğunu bilirim tabi. Benim çocukluğumda hatırladığım tek tük mutlu aile anılarımdan birini yaşama sebep olmuştur çünkü. 
 A. Dayının bahçesinde salkım söğüt olan havuzlu bir villası vardı. O zamanlar bizim buralarda tek tük apartmanlar  var. Genelde tek katlı ikinci nesil müstakil evler var. Televizyonda bile görmemişim villa. O kadar küçüğüm. Babam bahçıvanlık ve elektrik işleri yapmak için gidiyor oraya. Bir şekilde bir sefer bizi de götürüyor annemde geliyor. O gün çok çalıştığımı hatırlıyorum ama. O kadar küçük bir velet nasıl bir iş yaptı bilmiyorum.  Tek bildiğim bana verilen görevleri yerine getirmenin mutluluğunu göğsümde kocaman hissetmiştim.  
Sonra bir şekilde fikir kimden çıkıyor bilmiyorum ama babam çocuk havuzunu bahçeyi suladığı hortumla dolduruyor. Biz deli gibi yüzmeye başlıyoruz. Suya uzun bir zaman sonra kavuşan ördekler gibiyiz.  Deniz gibi korkunç değil havuz. Uçsuz bucaksız da değil. Ayaklarım yere değiyor. Ah ne güzel! Ne güzel! Yazları gittiğimiz göl gibi yosunlu bana iğrenç gelen bir tabanı da yok. Annemin doldurduğu küçük leğenler gibi de değil. Etrafa su sıçratabiliriz. İlk neşe duygusunu ne zaman hissettim bilmiyorum ama o gün o havuzda mutluluktan çıldıracakmış gibi hissettiğimi hatırlıyorum. Saf katıksız öylesine doludizgin bir neşe ki bu. O havuzu gölgeleyen salkım söğütlerinin zarafeti ile büyüleniyorum bir yandan. Acaba diyorum tüm o saf neşem, salkım söğütlerinin dallarına mı işledi. Neden suya dallarını uzatan bir salkım söğüt görünce içimden tatlı bir ezgi yükseliyor?
 Babamı hatırladığım tek tük anıdan biri bu. Keşke hep o anımdaki gibi bizi bir araya getiren ve neşelendiren biri olarak kalsa diye ağladım bu yazıyı yazarken. 
 Bence ölen birini affetmek daha kolay. Acı verici belki ama. En azından bir nebze daha kolay. O insana karşı yeni hayal kırıklıkların oluşmayacağı için kırılan yerlerini tamir etmek daha kolay. Kalan yaraların kabuk bağlayabilir pekala. Oysa hayattayken ve hala karşı konulmaz şekilde hayatını kötü bir şekilde etkilerken birini affetmek, kabul etmek öylesine zor ki.
Neyse o gün neşeyle yüzüp işten dönerken para kazanmışız güya. Annem üçümüze harcamamız için para veriyor. Biz de dondurma istiyoruz tabi. Arabayı kenara çekiyor babam. Panda dondurmalar var o zaman. Herkes yiyor afiyetle. Bir tane yeter mi insana? Yetmiyor tabi. Bitmesin diye yavaş yavaş yiyoruz ama bitiyor işte. Fakat o da ne? Bir bakıyoruz ki bedava. O an beşimizden dördüne bedava çıkmış. Gidip alıyoruz. Tekrar bedava, tekrar bedava. Sonsuz bir bedava döngüsüne giriyoruz. Sanki fabrika tüm bedavaları basmış da milyonda bir ihtimal bütün o bedavalar bir kutuya istiflenmiş ve bizde o bedavalara sahip olmuşuz gibi. Gerçekten dondurmaya doyduğum bir an oluyor. Kaç tane yedik bilmiyorum. En son bakkal bedava dondurmayı vermeyi reddetmişti. Benim aklımda 18-19 bedava diye kaldı. Kimse kesin bir rakam hatırlayamadı sorduğumda. Tek bildiğimiz biz o gün deli gibi dondurma yemiştik. Annem demişti ki  "Gördünüz mü? Çalışırsanız, çabalarsanız Allah sizi böyle mutlu eder. Sanki istediğiniz olmaz gibi olur ama bir bakmışsınız olmuş daha güzeli olmuş.!"
Bu hikayeyi yıllarca göğsümü gere gere anlattım okulda. Arada ben bile kendimden şüphe edip hikayemi ablamlara doğrulatma ihtiyacı hissettim. "Abla o gün ne çok dondurma yemiştik demiii?"
 Arabayı park ettiğimiz yer bahçeli bir evin önüydü.  Gül sarmaşıkları bahçe demirlerini sarmıştı. Kırmızı güller olanca güzelliğiyle arzı endam ediyordu. O güller nasıl öyle güzeldi.? Dondurma nasıl böylesine lezzetliydi. Mutluluk nasıl da güzeldi? Tüm aile beraberce kıkırdamak nasıl bu denli muhteşem olurdu?
 Ara ara kendimi rüyamda o evin bahçesinde gördüm de bir türlü anlam veremedim. Burası neresi? Nereden uyduruyor beynim böyle yerleri diye. Sonra rüyamızda gördüğümüz tüm yer ve mekanların gerçekte gördüğümüz yerler olduğunu öğrendim. Yani aslında yabancı bir adam gördük zannediyoruz. Beynimiz uydurdu sanıyoruz. Oysa sokaktan milisaniyelik gördüğümüz o adamı beynimiz kendi filmine figüran yapıyor.
Hah işte bu yazıyı yazarken o gül sarmaşıklı evin arabamızı park ettiğimiz ve içinde doyasıya neşeyle dondurma yediğimiz yer olduğunun şimdi ayrımına vardım. Acaba o mutlu aile tablosu bir yerde kayboldu da zihnim ne aradığını bile bilemeden etrafında dolaşıp durdu mu yıllarca. Artık neden o evi gördüğümü bahçesinde koştuğumu, kapısını çaldığımı anlıyorum. Tüm o rüyalarda ne aradığımı da anlıyorum.
Zihnimiz ne sihirli bir şey. Yazmak ne muhteşem bir olgu.  Zihnim çalışkan çocukların dondurmaları gibi sihirli. Yazmak çalışınca sonucunu sürpriz bir şekilde aldığımız işler gibi beklenmedik güzelliklerle dolu...