28 Nisan 2024 Pazar

bu bahar bana beklediğim şeyi getirdi

 


Ne garip şu hayat. Bu yazıyı martın başında taslaklarda bırakmışım. Çok mutsuz olduğum bir zamandı. Kendimde çabalayacak çok enerji bulamıyordum. Kendimi weebtoon ve k-drama evrenine ışınlamış tamamıyla kendi gerçekliğimden çıkmıştım. Yabancı bir youtuber'ın hesabında neden insanların parasosyal ilişkiler kurduğuna dair bir video izlemiştim. Neden var olmayacak ilişkiler gerçekmiş gibi yaşıyoruz. Neden bir dizi karekterine 2 boyutlu çizimlere, hiç karşılaşamayacağımız idollere karşı karşı konulmaz bir çekim hissedip bağlanıyoruz. Özellikle yeni nesilde gerçekleşen bu ilişkinin bir çok sebebi olabilir. Ama ben kendimce yorumlayacak olursam incinmekten korkmak bunun en büyük etkisi. Etrafında sağlıklı ilişki içinde olan partnerlerin olmaması, mutsuz bir evliliği sürdürmeye çalışan insanların varlığı gibi bazı sebepler mutlu paylaşımcı ve neşe dolu bir birliktelik fikrini ortadan kaldırıyor haliyle. Sende seni incitmeyecek, sadece seni mutlu edecek kahramanı alıp kendi kafanda hayal dünyanda mutlu bir ilişki yaşıyorsun. Benim bu denli saplantılı olduğum bir karakter olmasa da bütünüyle dizilerin ve weebtonların beni gerçekten hayattan alıkoyduğunu o youtuber'ın videosunu izleyince fark ettim.

Prenses hikayelerini bir yerde sevmiyorum. Tüm yaşamının değişmesi için birini bekleme fikri oldum olası bana itici gelmiştir. Uyuyan güzel öpücüğü bekler, pamuk prenses prens için yedi arkadaşını terk eder. Bunlar mantık bazında bana sağlıksız ve aptalca gelse de bi zaman fark ettim ki içten içe yaşamıma girecek ve beni karşı konulmaz bir şekilde değiştirecek birini bekliyorum. Bunun farkına varmak aynı sokakta gördüğün ve ilk başta çıkaramadığın bir tanıdık gibiydi. İlk bakınca yabancı deyip kafanı döndürüyorsun. Sonra bakınca anımsıyorsun. Aynı insanın suratı hem bir o kadar tanıdık hem de bir o kadar yabancı nasıl olabilirse o kadar oluyor. İşte bu duygunun farkına varmak bende aynı bu hissi uyandırdı. Kendimi güçsüz ve aptal hissettim. Demek ki bende yaşamım için bir insanı bekliyorum. Demek ki bende beni kuleden içinde bulunduğum hapis hayatından kurtaracak bir prense muhtacım. Bu acizlik durumu karşısında hem afalladım hem de kendimi suçladım.
 Ama sonra şu gerçekliğin farkına vardım. Mesela bir kitap okuyup bir film izlediğimizde hemen kendimize dönüp ben niye böyleyim diyoruz. O karakter böylesine kararlar alırken, hareket ederken ben niye böyleyim. Ama şu bir gerçek ki hepimiz farklı yollardan yürüdük. çocukken birimizin bir günde aldığı sevgi ve ilgiyi bir diğerimiz ömrü boyunca görmedi. doğduğumuz evi, duyduğumuz sözler bu kadar farklıyken; başlangıçlarımız bu denli ayrıyken bitiş noktasına aynı zaman ve şekilde varmayı istemek mantıksız oluyor. Bu karmaşık duygularla boğuşurken bir tesadüf eseeri Be Melodramatic isimli k-dramayı izledim. Aynı evde kalan 4 arkadaşın öyküsü. Bu diziyi izleyince hayatımdaki en büyük kara deliğin aile evinde yaşamak olduğunu ayrımsadım ve kendi evime taşınma planları yapmaya başladım. İçinde bulunduğum sosyokültürel yapı için bu o kadar imkansız ve uzak ki. Yapabileceğim tek şey memuriyet sınavına hazırlanmaktı. Öyleyken bile tayinimin yakın bir şehre çıkması kaydıyla girebilirdim. Dışardan bakınca insanlar hadi çek kapıyı git diyebiliyor. Oysa insan içinde bulunduğu ilişkilerden bağımsız düşünülebilir mi? Ben sadece kariyer hedefimi gerçekleştirerek mutlu olamam. İş ve hayat dengemin olması gerekiyor. Ailemle sağlıklı bağlar kuramadığım bir evrende bu kimliğimle mutlu olamam. Belki başka evrenlerde başka şekilde büyüyen Nil daha bağımsızdır. İpleri eline almak ve koparmak konusunda daha cesurdur. Gerçi cesaret neye nasıl anlam yüklediğimize de bağlı değil mi. Her zaman gitmek mi güçlü ve cesur olmak. Her şeye rağmen kalmak çaba göstermek önemli değil mi. Neyse ben kendimi bildiğim için orta yolu bulduk ve ailemle bir şekilde anlaştık. Ders çalışmaya daha başlamamıştım ki( içten içe tam zamanlı bir işi istemiyordum. bu memuriyetin beni yeyip bitireceğini de bildiğim için erteliyordum.)Y. ile tanıştım. Tekrar tanışmak daha doğrusu. Çocukken evlerine gidip gelirmişiz. Pek anımsamıyorum. Babamın kuzeninin oğlu. Ramazanın ilk günü iftarda annesi beni görüp beğenmiş. Uzun ısrarlar sonucu aman görüşüp geçeyim dedim ve onunla tanıştım. Konuşması, ses tonu dünyaya bakışı dudağına öpücük konan uyuyan prenses gibi hissettim. Kendimi tuttum ama bırakmadım hemen. Biraz görüştük konuştuk. Ailesi ailemi tanıyınca nispeten daha kolay oldu görüşmelerimiz. Yaklaşık bir buçuk aydır görüşüyoruz. Bilmiyorum birini böyle seveceğim, bu sevginin beni olumlu anlamda destekleyeceğini düşünmezdim. Hep karşı taraftan ilgi ve sevgi görür ve benim kalbim mi bozuk neden bir şey hissetmiyorum derdim. Yahut gördüğüm ilgi ve sevgi beni rahatsız eder herhalde benim sevgi dilim sadece hizmet davranışları derdim. Ama birini sevdiğinde aynı fantastik filmlerdeki içine yüksek bir güç konuyor ve o ışık huzmesi, peri tozu her neyse seni daha güçlü daha neşeli daha mutlu bir insan yapıyor. Bahar geldi baharı oldum olası severim ama bu bahar bana Y.'yi getirdi. Mizahı, kültürü; hobileri öylesine çekiyor ki beni. Yüzüne bakıp içimden demek yaşamım boyunca beklediğim adam böyle bir şeymiş diyorum. Demek yaşamım boyunca beklediğim adamın sesi böyleymiş, gülüşü böyleymiş. Sevgi de bir rızık demişti birisi. Sevilmek de bir rızık. Aynı anda ikisine sahip olmak muazzammış. Herkes için dua ettim gerçek sevgiyi bulmaları, kalplerinin filizlenmeleri içlerinin sevgiyle neşeyle dolması için.
Bazı coğrafyalarda hala kulelerde kızlar var. O kızların bir çoğu o kuleden çıkmak pahasına bir prensin peşine takılıp gidiyor. Ve bu kez belki de daha karanlık daha kuytu zindanlarda kararıp yok olup gidiyor. Ama bazı şanslı kızlar iyi prenslere denk geliyor. Onu ailesinin yığdığı tuğlaların arasından çıkaran, ona daha çok alan tanıyan.
Benim gerçekliğim bu garip ama bu evrende bu benliğimde beni en çok mutlu edecek şey kendimi gerçekleştirdiğim ve ailemle sevdiklerimle iyi ilişkiler kurduğum bir dünya. Bu dünyanın en mümkün halinin kapıları açıldı. Beni sevecek ve destekleyecek bir adamla tanıştım.
Bu kadar uzun izah etmemim sebebi toplumumuzda var olan kutuplar. Neden beyaz bu kadar beyaz siyah bu kadar siyah. Neden sağ bu kadar sağ sol bu kadar sol? Gerçekliği inkar etmek, kafanda idealize ettiğin şeyleri görmek istemek günümüz aydınlarının sorunu bence. Aydınlarımızın bile hitap ettiği kitle var ve toptan bizi sonuca götüren biri çıkmıyor. Hepsi kendi bilmişliklerinin için debelenip duruyor. Tamam senin dediğin en doğru ama bu sorunu çözdü mü? Bu toplum bu çözüm önergesi için müsait mi?  İslamda alkolün yasaklanması farklı zamanlarda inen 8 ayetle olmuş. İnsanlar alkolü o kadar tüketirken bir anda bırakmaları zor olduğu için ilk başta alkollü namaz kılma yasaklanmış. Sonra o  sonra bu derken en sonunda tamamen yasaklanmış. Yahut kölelik sistemi bir anda ortadan kaldırılamamış ama köle azad etmek çok büyük sevap sayılmış. Yapılan hatalar neticesinde Allah'a sığınmak için köleleri özgürlüğüne kavuşturmuşlar. Bilmiyorum bunlar bence güzel numuneler. Günümüzde yapılan sorunları açıkca ifade ediyor. Çok sevdiğim bir aydının kitabını okudum geçenlerde. O kadar toplumdan uzak ve soyut yazılmış ki. Evet senin bu dediğin Ankara'nın memur çocukları için mümkün peki anadolunun belli sınırıları içinde yetişen çocukları için mümkün mü? Neyse benim derdim hiç bir parti, hiç bir baş değil. Ben memleketimin güzel Türkiyemin gelişmiş, kendi kaynaklarını kullanan; dış kaynaklardan bağımsız ve mutlu insanlarının olmasını istiyorum.
Eskiden yaz demek festival demek ki. Sadece konserler değil kast ettiğim Akdenizin her yayalasının şenliği olurdu. Karpuz Festivali, Keşkak Festivali, Ayran Festivalı... Aklınıza hayalinize gelemeyecek meyve yemeğin adı altında festival yapılır oyunlar, yarışmalar, çekilişler olurdu. Bilmiyorum renkler canlı, sesler neşeliydi. İnanıyorum yine çok güzel baharlar gelecek. 

Bcp Mart/ Kırmızı Karanfil Gülten Akın




 Merhaba Merhaba! Nisanı kuyruğundan yakaladım ve Mart'tan kalan Bcp yazımı yazıyorum. Hayatımda kocaman kocaman değişiklikler oldu ama bunu başı sonu bütün bir yazıda anlatmak istediğim için şimdilik sadece kitaptan bahsedeceğim. 

Gülten Akın bir tesadüf eseri tanıdığım bir yazardı. İlk hangi şiirimi okudum ne zaman okudum hatırlamıyorum bile. O an okumuş sevmiş sonraları unutmuştum. Sonra yine başka bir tesadüf eseri İş Sanat'ın şu şiir dinletisinde denk geldim yeniden. Bu dinletiyi kaç kere dinledim bilmiyorum bile o kadar çok sevdim ki. Seslendirmenler de öylesine hakkını vererek okuyorlar ki. İster istemez şiirin büyüsüne kapılıp kendinizi o şiirin içinde buluyorsunuz. Bcp'nin mart konusunun Kadın olduğunu duyunca aklıma ilk Gülten Akın geldi. Toplu şiirlerinin bulunduğu bir kitap Kırmızı Karanfil. Vezinsiz kafiyesiz şiirleri okumak bir garip gelebilir ilk başta. Fakat o sözlerin büyüsü, görünmeyelerin göz ardı edilenlerin öyküsünü okumak yetiyor insana. Bilmiyorum o kadar derinlikli ve incelikli geldi ki bana. Fakat bunda şiir dinletisinin etkisi çok büyük. Şiirleri kendim okurken bile kulağımda dinletideki o naif seslendirmenlerin sesi vardı. Gülten Akın şans vermenizi istediğim bir yazar aşağıya bir kaç dizesini bırakıyorum.

Ey gerçek sesimiz ey büyük kavga Umut iki midir, bir midir? Düşman şaşkın mıdır, kör müdür? Kurşun yediveren gül müdür? Vurulan ölmüyor, bu nasıl vurma?

Ey gerçek sesimiz ey büyük kavga Umut iki midir, bir midir? Düşman şaşkın mıdır, kör müdür? Kurşun yediveren gül müdür? Vurulan ölmüyor, bu nasıl vurma?