Havadisler var etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Havadisler var etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Nisan 2024 Pazar

bu bahar bana beklediğim şeyi getirdi

 


Ne garip şu hayat. Bu yazıyı martın başında taslaklarda bırakmışım. Çok mutsuz olduğum bir zamandı. Kendimde çabalayacak çok enerji bulamıyordum. Kendimi weebtoon ve k-drama evrenine ışınlamış tamamıyla kendi gerçekliğimden çıkmıştım. Yabancı bir youtuber'ın hesabında neden insanların parasosyal ilişkiler kurduğuna dair bir video izlemiştim. Neden var olmayacak ilişkiler gerçekmiş gibi yaşıyoruz. Neden bir dizi karekterine 2 boyutlu çizimlere, hiç karşılaşamayacağımız idollere karşı karşı konulmaz bir çekim hissedip bağlanıyoruz. Özellikle yeni nesilde gerçekleşen bu ilişkinin bir çok sebebi olabilir. Ama ben kendimce yorumlayacak olursam incinmekten korkmak bunun en büyük etkisi. Etrafında sağlıklı ilişki içinde olan partnerlerin olmaması, mutsuz bir evliliği sürdürmeye çalışan insanların varlığı gibi bazı sebepler mutlu paylaşımcı ve neşe dolu bir birliktelik fikrini ortadan kaldırıyor haliyle. Sende seni incitmeyecek, sadece seni mutlu edecek kahramanı alıp kendi kafanda hayal dünyanda mutlu bir ilişki yaşıyorsun. Benim bu denli saplantılı olduğum bir karakter olmasa da bütünüyle dizilerin ve weebtonların beni gerçekten hayattan alıkoyduğunu o youtuber'ın videosunu izleyince fark ettim.

Prenses hikayelerini bir yerde sevmiyorum. Tüm yaşamının değişmesi için birini bekleme fikri oldum olası bana itici gelmiştir. Uyuyan güzel öpücüğü bekler, pamuk prenses prens için yedi arkadaşını terk eder. Bunlar mantık bazında bana sağlıksız ve aptalca gelse de bi zaman fark ettim ki içten içe yaşamıma girecek ve beni karşı konulmaz bir şekilde değiştirecek birini bekliyorum. Bunun farkına varmak aynı sokakta gördüğün ve ilk başta çıkaramadığın bir tanıdık gibiydi. İlk bakınca yabancı deyip kafanı döndürüyorsun. Sonra bakınca anımsıyorsun. Aynı insanın suratı hem bir o kadar tanıdık hem de bir o kadar yabancı nasıl olabilirse o kadar oluyor. İşte bu duygunun farkına varmak bende aynı bu hissi uyandırdı. Kendimi güçsüz ve aptal hissettim. Demek ki bende yaşamım için bir insanı bekliyorum. Demek ki bende beni kuleden içinde bulunduğum hapis hayatından kurtaracak bir prense muhtacım. Bu acizlik durumu karşısında hem afalladım hem de kendimi suçladım.
 Ama sonra şu gerçekliğin farkına vardım. Mesela bir kitap okuyup bir film izlediğimizde hemen kendimize dönüp ben niye böyleyim diyoruz. O karakter böylesine kararlar alırken, hareket ederken ben niye böyleyim. Ama şu bir gerçek ki hepimiz farklı yollardan yürüdük. çocukken birimizin bir günde aldığı sevgi ve ilgiyi bir diğerimiz ömrü boyunca görmedi. doğduğumuz evi, duyduğumuz sözler bu kadar farklıyken; başlangıçlarımız bu denli ayrıyken bitiş noktasına aynı zaman ve şekilde varmayı istemek mantıksız oluyor. Bu karmaşık duygularla boğuşurken bir tesadüf eseeri Be Melodramatic isimli k-dramayı izledim. Aynı evde kalan 4 arkadaşın öyküsü. Bu diziyi izleyince hayatımdaki en büyük kara deliğin aile evinde yaşamak olduğunu ayrımsadım ve kendi evime taşınma planları yapmaya başladım. İçinde bulunduğum sosyokültürel yapı için bu o kadar imkansız ve uzak ki. Yapabileceğim tek şey memuriyet sınavına hazırlanmaktı. Öyleyken bile tayinimin yakın bir şehre çıkması kaydıyla girebilirdim. Dışardan bakınca insanlar hadi çek kapıyı git diyebiliyor. Oysa insan içinde bulunduğu ilişkilerden bağımsız düşünülebilir mi? Ben sadece kariyer hedefimi gerçekleştirerek mutlu olamam. İş ve hayat dengemin olması gerekiyor. Ailemle sağlıklı bağlar kuramadığım bir evrende bu kimliğimle mutlu olamam. Belki başka evrenlerde başka şekilde büyüyen Nil daha bağımsızdır. İpleri eline almak ve koparmak konusunda daha cesurdur. Gerçi cesaret neye nasıl anlam yüklediğimize de bağlı değil mi. Her zaman gitmek mi güçlü ve cesur olmak. Her şeye rağmen kalmak çaba göstermek önemli değil mi. Neyse ben kendimi bildiğim için orta yolu bulduk ve ailemle bir şekilde anlaştık. Ders çalışmaya daha başlamamıştım ki( içten içe tam zamanlı bir işi istemiyordum. bu memuriyetin beni yeyip bitireceğini de bildiğim için erteliyordum.)Y. ile tanıştım. Tekrar tanışmak daha doğrusu. Çocukken evlerine gidip gelirmişiz. Pek anımsamıyorum. Babamın kuzeninin oğlu. Ramazanın ilk günü iftarda annesi beni görüp beğenmiş. Uzun ısrarlar sonucu aman görüşüp geçeyim dedim ve onunla tanıştım. Konuşması, ses tonu dünyaya bakışı dudağına öpücük konan uyuyan prenses gibi hissettim. Kendimi tuttum ama bırakmadım hemen. Biraz görüştük konuştuk. Ailesi ailemi tanıyınca nispeten daha kolay oldu görüşmelerimiz. Yaklaşık bir buçuk aydır görüşüyoruz. Bilmiyorum birini böyle seveceğim, bu sevginin beni olumlu anlamda destekleyeceğini düşünmezdim. Hep karşı taraftan ilgi ve sevgi görür ve benim kalbim mi bozuk neden bir şey hissetmiyorum derdim. Yahut gördüğüm ilgi ve sevgi beni rahatsız eder herhalde benim sevgi dilim sadece hizmet davranışları derdim. Ama birini sevdiğinde aynı fantastik filmlerdeki içine yüksek bir güç konuyor ve o ışık huzmesi, peri tozu her neyse seni daha güçlü daha neşeli daha mutlu bir insan yapıyor. Bahar geldi baharı oldum olası severim ama bu bahar bana Y.'yi getirdi. Mizahı, kültürü; hobileri öylesine çekiyor ki beni. Yüzüne bakıp içimden demek yaşamım boyunca beklediğim adam böyle bir şeymiş diyorum. Demek yaşamım boyunca beklediğim adamın sesi böyleymiş, gülüşü böyleymiş. Sevgi de bir rızık demişti birisi. Sevilmek de bir rızık. Aynı anda ikisine sahip olmak muazzammış. Herkes için dua ettim gerçek sevgiyi bulmaları, kalplerinin filizlenmeleri içlerinin sevgiyle neşeyle dolması için.
Bazı coğrafyalarda hala kulelerde kızlar var. O kızların bir çoğu o kuleden çıkmak pahasına bir prensin peşine takılıp gidiyor. Ve bu kez belki de daha karanlık daha kuytu zindanlarda kararıp yok olup gidiyor. Ama bazı şanslı kızlar iyi prenslere denk geliyor. Onu ailesinin yığdığı tuğlaların arasından çıkaran, ona daha çok alan tanıyan.
Benim gerçekliğim bu garip ama bu evrende bu benliğimde beni en çok mutlu edecek şey kendimi gerçekleştirdiğim ve ailemle sevdiklerimle iyi ilişkiler kurduğum bir dünya. Bu dünyanın en mümkün halinin kapıları açıldı. Beni sevecek ve destekleyecek bir adamla tanıştım.
Bu kadar uzun izah etmemim sebebi toplumumuzda var olan kutuplar. Neden beyaz bu kadar beyaz siyah bu kadar siyah. Neden sağ bu kadar sağ sol bu kadar sol? Gerçekliği inkar etmek, kafanda idealize ettiğin şeyleri görmek istemek günümüz aydınlarının sorunu bence. Aydınlarımızın bile hitap ettiği kitle var ve toptan bizi sonuca götüren biri çıkmıyor. Hepsi kendi bilmişliklerinin için debelenip duruyor. Tamam senin dediğin en doğru ama bu sorunu çözdü mü? Bu toplum bu çözüm önergesi için müsait mi?  İslamda alkolün yasaklanması farklı zamanlarda inen 8 ayetle olmuş. İnsanlar alkolü o kadar tüketirken bir anda bırakmaları zor olduğu için ilk başta alkollü namaz kılma yasaklanmış. Sonra o  sonra bu derken en sonunda tamamen yasaklanmış. Yahut kölelik sistemi bir anda ortadan kaldırılamamış ama köle azad etmek çok büyük sevap sayılmış. Yapılan hatalar neticesinde Allah'a sığınmak için köleleri özgürlüğüne kavuşturmuşlar. Bilmiyorum bunlar bence güzel numuneler. Günümüzde yapılan sorunları açıkca ifade ediyor. Çok sevdiğim bir aydının kitabını okudum geçenlerde. O kadar toplumdan uzak ve soyut yazılmış ki. Evet senin bu dediğin Ankara'nın memur çocukları için mümkün peki anadolunun belli sınırıları içinde yetişen çocukları için mümkün mü? Neyse benim derdim hiç bir parti, hiç bir baş değil. Ben memleketimin güzel Türkiyemin gelişmiş, kendi kaynaklarını kullanan; dış kaynaklardan bağımsız ve mutlu insanlarının olmasını istiyorum.
Eskiden yaz demek festival demek ki. Sadece konserler değil kast ettiğim Akdenizin her yayalasının şenliği olurdu. Karpuz Festivali, Keşkak Festivali, Ayran Festivalı... Aklınıza hayalinize gelemeyecek meyve yemeğin adı altında festival yapılır oyunlar, yarışmalar, çekilişler olurdu. Bilmiyorum renkler canlı, sesler neşeliydi. İnanıyorum yine çok güzel baharlar gelecek. 

13 Ocak 2023 Cuma

Ben artık sağırım/benim yegane çiçeklerim ve çalılarım.

 



Shakespeare posterine bakıyorum. Eski bir dost gibi bakıyor bana sanki. Resmin altında ona ait bir söz var. Ne olduğumuzu biliyoruz ama ne olabileceğimizi bilmiyoruz.

Bloga bırakılan mesajlara daha iyi hissettiğim bir zaman cevap yazacağım.

Berbat bir iki hafta geçirdim. Tüm yaşamımı bir balyozla paramparça etmek istediğim iki hafta. Kendimi bastırmaya ve tutmaya çalıştığım. Kendimi ikna etmeye kalbimin sesini bastırmaya çalıştığım iki hafta. İlk önce şunu belirtmek isterim. Her ailenin kendi içinde bir ekosistemi var. Aile bireyleri yıllar içinde bu ekosistemi kanıksıyor, içselleştiriyor.

Annem işten ayrıldığım 4 aydan beri bana farkında olmadan evde kalmış (evlenmeyi başaramamış)muamelesi yaptı. 24 yaşımdayım ve daha yaşamdan ne istediğini bilmeyen arayan bir kız çocuğuyum. Her zaman uygun gördükleri insanlarla görüşme çabasına girdiler zaten. Hepsini reddettim. Her defasında ''keşke görüşseydin, biz sana illa evlen demiyoruz, önce bir tanı.'' gibisinden laflar ettiler.

Kimseye kızmıyorum kendi hatam. 24 yaşındayım ve yalnızca 4 aydır ipleri elime almaya çalışıyorum. Yaşamım boyunca bir kuklaydım. Aman kimse üzülmesin, aman annemin bir sürü sıkıntısı var bir de ben eklemeyeyim kafasında yaşadım. Okul tercihlerimi ailem yaptı. Hassas, içli ve güçsüz bir çocuktum. Yeryüzünde yalnız olduğumu, kimsenin beni anlamadığını düşünürdüm. Defalarca kez intihar mektubu yazdım, niyetlendim ama yapamadım. İlginç bir şekilde o mektupları yazınca yeniden başlama gücü elde ettim kendimle. Bunu fark edince keşke dedim. Kelimelerle canına kıyabilse keşke insan...

Bir şekilde kitaplarla kendime bir alan açtım ve orada dayanabildim. Ama iki yıl iş hayatında kalıp mesleğimi bu koşullarda sevemeyeceğimi fark edince tüm yaşamım gözler önüne serildi. Hani bazı film sahneleri vardır. Baş rolü mutlu mesut izleriz. Sonra aynı sahneleri bir kere daha izleriz aslında her şey bambaşkadır. Başrolün zihinsel bir hastalığı vardır. Benim içinde öyleydi bir anda tüm yaşamımı bambaşka gördüm.

Derken tam bu yıl istifa edip güzel şeyler yapayım derken evlilik işini çıkardılar. Bir gece rüyamda kendi etimi kesip sürekli benden bir şeyler isteyen aileme lime lime verdiğimi gördüm. Ağlayarak ''bu canımı daha az acıtıyor, artık beni rahat bırakın.'' dedim.

Neyse bir oğlanla tanıştırdılar. Çocuk işinde gücünde. Uyumlu, nazik. Bundan iyisini bulamazsın, artık yaşın geldi, ne bekliyorsun ne istiyorsun, görüşüp tayınca seversin, o söylediğin aşk filmlerde olur.

Böyle beni ittire kaktıra iki haftadır telefonda mesajlaştık oğlanla. İşte o da ilk defa böyle biriyle buluşmuş, tam istediği gibi bir kızmışım. Çok açmak istemiyorum ama çocuktan etkilenmedim. İlk günden beri herkese dedim. Ama yok o yok bu bin laf ettiler. Cehalet garip bir şey ya. İnsanlara öyle bir siniyor ki. Yalnız sen alamıyorsun o pis kerih kokuyu. 

Dün gece karların altında ezildiğimi görüldüm. Ama o kadar huzurluydum ki. Artık bitti, artık rahatça ölebilirim dedim. Uyanınca o kadar üzüldüm ki. Neden bunu bana yapmalarına izin veriyorum dedim. Ölmeyi isteyecek kadar neden beni zorluyorlar. İşin üzücü tarafı tüm bu yazdıklarımı söylediğimde bile ailemin beni anlamaması açıkça istemediğim bir ilişki içinde olmaktansa ölmeyi bile isteyeceğimi söylememe rağmen beni anlamamaları. 

Artık anlaşılmak gibi bir kaygı gütmeyeceğim. Terapistime tekrar bir randevu alacağım. Kimselere duyurmadan kendi planlarımı yapacağım. Onlarla beraber mutlu olmak istedim ama bu imkanı bana sağlamıyorlar ne yazık ki. Daha fazla çabalamayacağım. 

Ne kadar komik bir insanın kendi kimliğini bu kadar geç yaşta inşa etmeye başlaması. 

Ama hiç bir yaş geç değil biliyorum. Yapamazsın edemezsinlerinden de bıktım.

Eskiden de sağırdım ama kendime şimdiyse herkese sağırım. Özellikle beni duymamış herkese...

Neyse çocuğa yazıp artık konuşmak istemediğimi yazdım. Kabul etmek istemedi. Annem umut verdin dedi. Çocukla görüşmeye başlayalı 10 gün olmuş. Başından beri herkese bana vakit tanımalarını söylemişim. Daha geçenlerde öyle bir kitap okuduğum için herhalde bir cadı kazanında yakıldığımı hissettim. Alevler gözümün önünde yükseliyor, dumanında boğuluyorum. Ama dedim güçlü olmasam da olur önemli olan kararlı olmam. Çabalamam devam etmem gerekiyor sadece.

Sonunda bitti kapattık.

Annem oğlan ne haldedir şimdi diye suçluluk psikolojisine girdi. Bir arkadaşım dedi ki kimseye sevgi borcun yok. O kadar saçma ve iğrenç bir süreçti ki. Şu an buraya yazarken bile bu yüzyılda böyle şeylerin yaşanmasını hayretle karşılıyorum. 

İnanır mısınız içimde iki haftada bir şeyler ölmüş. Yeniden ekeceğim gönül bahçemi. Lanet olası başka insanların fikir tohumlarını değil. Kendi yüreğimin tohumlarını. O tohumlardan çalıda çıksa çiçekte kabülüm. Yeter ki tohum benim olsun. Yeter ki gönül bahçeme lanet ayakları ile girmesinler. Ezmesinler çiçeklerimi, çalılarımı. Çalı da benim, çiçekte...

3 Ocak 2023 Salı

Anne Benim Uçmam Gerek




Akşam geri verince bana gözlerimi
Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da
Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini
Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa
Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi
Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.
Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin
Edip Cansever - Kirli Ağustos


Dönem sonu ve yıl karşılama yazılarımı yayınlamak gelmedi içimden. Son yazılarım her ne kadar olağan şeylerden bahsetse de çok yavan geldi. Neden böyle diye düşünürken cevabı buldum. Ayrı bir kitap bloğu açınca burada okuduğum kitaplar hakkında yazmadığımı fark ettim. Hal böyle olunca kelimelerim gücünü kaybetmiş. Bir yandan orada yalnız kitaplar hakkında yazarken bir yandan da burada yine yaşamımla, karmakarışık duygularımla harmanladığım yazıları yazmaya karar verdim.

Bir tanıdığımızın ve ailemin yüksek baskı ve ısrarı ile bir randevuya gittim. Çok sakin, kültürlü iyi huylu biri.  Şimdi evli çocuklu Nil karaibramgil'e  bir zamanlar delicesine hayranlık besleyen bir kız olarak evlenmek çok uzak geliyor. Anne benim uçmam gerek, istemiyorum pilav yapmak diye bir dizesi vardı hatta bir şarkısının. Şimdi ise oğlu Aziz Arif için tatlı mı tatlı mısralar yazıyor. Her ne kadar pandemiye yaklaşımı ile gündemde alaycı bir şekilde anılsa da hoş bir şaireneliği var.

Yazarlar ne kadar her bir şiiri ayrı değerlendirseler bile benim için onların arasında kırmızı kader iplerinden oluyor. Şairlerin tüm şiirlerini birbirlerine bağlayan ve bir şekilde belli belirsiz var olmaya devam eden o ipler hoşuma gidiyor. Arkadaşlarımla bir şairin en sevdiğimiz şiir konuşulunca fark ettim bu durumu. Çünkü şiir adlarına bakmadan direkt hoşuma giden mısraları ezberliyorum. Yahut oraya buraya yazıyorum. İşte bütün o bölük pörçük dizeler hep o şairin menkıbesi gibime gelir.

Edip Cansever ile Turgut Uyar'ı benzettim. İlk okumalarım olduğu için olabilir diye düşünmüştüm ama edebiyat camiasında da bu iki şaire çok sesli şiirlerin şairi denmiş. Çok hoşuma gitti bu tabir. Çok yerinde nitekim. Turgut Uyar Kapalıçarşı'da babasından kalma bir antikacıyı işletmiş. Ne hoş bir meslek dedim. Bir kitapçı olmak bir antikacı olmak. Bir çiçekçi olmak. İnsanlara bir ürün değil de yeni bir yaşam satmak demek zannımca. Eski bir objeyi yeni bir eve taşımak, bir kitabı -haliyle bir insanın düşüncelerini- yıllar sonra yaşamış birine ulaştırmak ve kısa süreli olsa da bir odayı hoş kokularla doldurmak ne kadar hoş.

Keşke ülkemizde de canlı çiçek çeşitleri satıcıları daha çok olsa. Her hafta pazardan dönerken bir buket çiçek alsak kendimize. Masamızı süslesek. Menüye karar verir gibi çiçeklere de karar versek. Ama bu yalnız bir tabakanın sahip olacağı ayrıcalık olmasa. Bir demet maydanoz alırken yanına da bir buket krizantem alsa emekli eşi Melahat Teyze. Yahut mevsimlik işçi Halil. O zaman durup ince şeyleri anlamaya daha çok mu vaktimiz olur acaba? 

Acımaktan bir zamansın ki bazen susarsın Çocuklar büyükler gibi konuşur sefaletten.

Bu cümleyi okuyunca öğretmenlik yaparken yaşadığım bir anı aklıma geldi. Çocuklar arasında kavga çıktı. Ne oldu diye sordum ''Öğretmenim oyunda Mustafa Türk lirası geçmez diyor.'' dediler. Sordum Mustafa'ya neden böyle söyledin diye. Mustafa ''Ama öğretmenim Türk parası çook değersiz. Onun yerine dolar kullanmalıyız. Dolar daha değerliymiş.'' dedi. Çocuklar a öyle mi tamam öyle yapalım vs. dediler. Garipti. 

Yok düş kuracak vakit bile
Her şeyi bir yana bırakıyoruz söylene söylene.

Mesela şiirin hülyalı dünyasını anlamıyorum. Böyle alelade bir cümle nasıl bu kadar kulağa hoş gelebiliyor? Bir türlü aklım almıyor.

Yalan her tenha kasabanın akşam saatidir.

2 Eylül 2021 Perşembe

Aile meclisi duygusal durumu



 Ablam doğum için Türkiye'ye gelecekti. İlk doğumu yalnız olmasın yanında olalım diye. Ama vize işlerinde problem çıkınca yurtdışında doğum yapmaya karar verdi. Bebeğin kız mı yoksa erkek mi olduğu hala belli değil.

Kardeşim çok sevdiğim bir üniversite olan Yıldız tekniği kazandı. Başından beri uçak mühendisliği isterken sonrasında iş imkanı daha iyi diye makine mühendisliğine geçti. Umarım severek yaptığı bir meslek olur.

Abim maaşı yüzünden pekte sevmediği bir işte çalıyor. Aslında şu anki işini sevmediğini bilmiyordum. Arkadaşıyla telefonda konuşurken duydum.

Dayım eşinden boşanmak istiyor. Onu ilk kez o kadar neşesiz gördüm. Balık almış anneannemlere gelmiş. Bizi arayıp çağırdı. sonra olanları anlattı. Annem bir kez daha dönüp bana sevginin bir yere kadar olduğunu karşılıklı anlayış ve hoşgörü olmadan evliliğin çok zor olduğunu söyledi. Doğrusu o aynı fikirde olmalı aynı kafa yapısına sahip olmalısınız dedi. Aslında aynı fikirden çok anlayışla her şeyin üstesinde gelinebileceğini söyledim. Ama ataerkil bir toplum kocaların yönetimde ki güçlerini ve seslerini düşününce annemin dediği daha mantıklı geldi. Benim fikirlerim daha çok iki tarafın aynı söz hakkına sahip olduğu bir yapıda geçerli olur.

Babam eski düşüncesiz ve bencil haline geri döndü. Değiştiğini zannetmiştim dedi annem. O adam benim insanların değişebileceğine dair umudumu kırıyor.

Annem üzgün ve azimli. Hayatım boyunca onu tanımlayan iki kelime buydu.

Teyzem küçük kuzenim ameliyat olacağı için nasıl hissediyor bilmiyorum. O hiç bir zaman kederini bir yaka çiçeği gibi bağrında taşımaz annemde öyle. Böyle oluna anneannemin herhalde anlayış kanalları zamanla yok olmuş. Annem ve teyzem çok müşkül bir durumdayken bile çıkıp bencilce sözler edebiliyor. Galiba ben bencil insanları sevmiyorum. Yani bu bencilliğin sınırları tartışılmakla beraber karşı taraftan beklenti içinde olunan her durumda sadece almak bencillik. Aldığın kadar  vermen gerekir.

Anneannem meşhur, oğluna senden adam olmaz deyip duran sonra oğlu kaymakam olup huzuruna çağırınca 'ben sana kaymakam olamazsın demedim, ben sana adam olamazsın' diyen adamın hikayesini milyonuncu kez anlatmaya koyuldu. Ben bu hikayeye yanlış bakıldığını düşünüyorum deyip babanın haksız olduğunu çocuğunu sürekli olumsuz telkinleri ile yönlendirdiğini söyledim. Anneannem hariç tüm aile meclisi fikrimi onayladı.

Geçen mesleki bir seminer esnasında öğretmenler bir espriye güldük.  Narsis bir kişiliği olan arkadaş daha yeni seminer olduğunu bu tür esprilere gülmenin bir eğitimciye yakışmadığını gururla söyledi. Bende bir eğitimciye suçlamanın da yakışmadığını kurduğu cümlelerde olumlu yönlendirme olmadığını bunun bizim ki kadar yanlış olduğunu söyledim. Aslında kız bir yerde haklı da olsa ondan hoşlanmıyorum. Bilgilerini başkalarına üstünlük taslamak gibi saçma sebeplerle ziyan eden insanlar ve yekpare cahiller arasında bir fark var mı?

Bana gelince, çok üretici bir zamanımdayım. Mutluyum.  Geleceğimi göremesem de o an için hazırlık yapıyorum. kitap okuyup, yabancı dilimi geliştirip mesleki anlamda ilerleme kaydetmek için çabalıyorum. İçimde ki çatışmalar sona erince ilerlemek daha kolay oldu.

24 Ağustos 2021 Salı

Kederli mecburiyetler

Kederli bir mecburiyettir bir insanın ülkesini sevmesi. Belki bunca haksızlık edilmiş bir halka, "Bir de ben haksızlık etmeyeyim," diyedir. Ya da çok dayak yediği için arsızlaşmış, hissizleşmiş bir çocuğa duyduğumuz merhametle seviyoruz bu ülkeyi. Dünyada başka bir yer görmeden bile, bunca tuhaflığın başka hiçbir yerde olmayacağına kesinkes inanmamız, çürük bir gülüşle hep bunu tekrar etmemiz bundandır herhalde; ancak garip ve anlaşılmaz bularak affedebiliyoruz bu toprakları, bu toprakların durmadan yorulmadan her gün bize gösterdiklerini.


Radikal bir kararla koşullarından pekte memnun olmadığım işimde devam etmeye karar verdim. Kamusal körlüğün bir aydınlanma dönemine evrilmeye başladığını belirtmek isterim. Biz içimizde ışığı ve umudu taşıyan insanlar onu bir şekilde etrafımıza yayıyoruz. Aslında yurtdışına gidebilme imkanım doğmuşken nasıl oldu bu karardan vazgeçtim bilmiyorum. Doğrusu oranın kaçtığım değil vardığım yer olma fikri bana daha cazip geliyor. 

Yetişkinlere bakıyorum. Ülkemin kaldırım taşlarını, işini iyi yapmayan toplumun her kademesine, umutsuzlukla boşvermiş onca insana bazen de kendime bakıyorum. Bizde ne eksik neden böyleyiz diyorum. Bizde ne yoksa çocuklara onu vermek için.

Ben bu karmaşanın keşmeşenin, türlü haksızlık ve akıl almazlıklarla dolu bu ülkede delicesine bir umutsuzluğa düşmeden ne yapabilirim. Neşe dolu türkülerle neyin üstesinden gelebilirim. Bir tesadüf sonucu Ece Temelkuran'ın Venezueladaki devrim hakkında yazdığı ''biz burada devrim yapıyoruz sinyorita'' kitabını okudum.

Kitap umutla yazılmış. Bizde bu ülke gibi devrim yapabiliriz bu yolumuza ışık olsun demiş Ece Hanım. Fakat  Kitap yazıldıktan bir yıl sonra Chavez ölünce tabi işler sarpa sarpmış.  Onca umut dolu gence ne oldu merak ediyorum. Kalbimin odalarından birini kitabın sayfaları arasında neşeyle gülümseyen o insanlara ayırdım. O oda ki her hatırladığım zaman içimi sızlatan şeylerin birleşkesi.

 Aslında ben Venezuela hakkında ilk araştırmalarımı yaptığımda Maduro vardı ekonomi çökmüş insanlar paradan çantalar yapıyordu. Her nasılsa bunları hiç bilmez gibi okuyup orada mercimek paketlerinin üzerine yazılan anayasal haklara, en çok satılan kitabın mavi küçük anayasa kitapçığı olmasına şaşkınlıkla karışık hayranlıkla bakakalmıştım. Fakat o da ne bir anda kitapta 2012 tarihi geçince şok oldum. Hani sokakta feci bir durumda bir evsiz görürsünüz onunla konuşup yardım edip huzurla yola devam ederken bir anda onun ilkokuldaki neşe dolu öğretmeniniz olduğunu ayrımsarsınız. Oldukça karışık bir senaryo olsa da tam olarak böyle hissettim. Kitabı okumaya devam etmek bana acı vermeye başladı. Bi zamanlar buralar hep dutluktu diye üzülen ihtiyarlara döndüm.

Güzel bir haber kardeşim istediği bölümü ve iyi bir üniversiteyi kazandı. Kurumuza sevdiğim oldukça sosyal insanlar girdi. Kendimi eve kapatmaya karar verdiğimde kolumdan sürükleyip beni bir maceranın içine atabiliyorlar.


8 Ağustos 2021 Pazar

Bu kırgın karanlığı bir ışıtalım ilkin

Bu kırgın karanlığı bir ışıtalım ilkin
Yeniden şehirler kuralım şimdikilerine benzeyen
Baştan başlayalım susamlara ekmeklere denizaşırılarına
-Turgut uyar

Bazı şeyler geri dönülmez bir biçimde değişti. Herkes için bu denli köklü bir değişiklik oldu mu bilemiyorum. Ama düşünen, anlamaya çalışan şu yada bu şekilde doğruyu ve iyiyi arayan, propaganda ve provokatörlerden uzak  kendi aklı ile gözlem yeteneğini birleştiren kişilerde karşı konulmaz bir iç görü devrimi yaşandı. Medyanın zaten yönlendirildiğini biliyorduk. Doğal afetler karşısında önlemlerimizin zaten yetersiz olduğunu elimizde ki imkanları çeşitli yozlaşmalarla yok ettiğimizi zaten biliyorduk.  Fakat bunu bir bilgi tanesi olarak beynimizde taşıyorduk. Bunu hiç yaşamamıştık.
Bu bilgi gerçekte neye benzer? zihnimizin odalarında kıvranmış duran bu şey gerçekte nasıldır görmüş olduk. 


Üzgünüm. Çok üzgünüm. sizin için ne yapabiliriz diyen arkadaşlarım oldu. El birliği halkın desteği ile bir çok şey halloldu. Bize kalan iki şey zannımca.
 Birincisi doğayla barışık bir yaşam süren bir insan olmak ikincisi doğayla barışık bir hayat sürmemizi sağlayacak bir sistem için çabalamak.

29 Temmuz 2021 Perşembe

Bize acılarla dolu bir memleket vadetmediler

“Adalet uygulanmıyorsa, namussuzluk örtbas ediliyorsa ve inançlarını koruyan insanlar acı çekiyorsa, sizin gerçekliğiniz ne işe yarıyor peki?”
Böyleyken
Böyle oldu.
sepya meksika filmeleri gibi. Bahçemiz seramız,bahçedeki evimiz yandı. Ev ahşaptı. Kül olmuş hiç bir şey kalmamış geriye. Gece evlimizi(şehirdeki) tahliye ettik. Başımıza kül yağdı. Şu an hava hala kızıl. Gökyüzü duman dolu. Ama yangın söndürüldüğü için evimize girebildik. Şehirdeki evimiz sağlam. Yine de kapının önünde bir çanta hazır bekliyor. Gece çok kötüydü. Gündüz gittik baktık. Ağaçlar mahvolmuş, evler yanmış, yol kenarında yangın devam ediyor. Toprakla söndürebildiğimiz yerleri söndürdük. Yol boyunca irili ufaklı yangınlar var. Ama herkes canın malının derdinde. sanki üçüncü dünya ülkesi gibi. Kaotik bir ortam var. Asıl gece en  kötüsüydü. sirenler, anonslar köyden gelenlerin ağlamaları, hayvanların sesi. sokakta köylüler ağlıyordu.. Çıktık abim ağlayarak geldi. Her şey yandı kül oldu diye. Oturduk ağladık hep birlikte. Ben en çok ördeklere jessia,monica ve lolitaya ağladım. Babam onları alamamış birinin yeni yumurtadan yavrusu çıkmış. Gözümden yaşlar durmadan aktı. Öğlen bakmaya gittik. Ördeklerin hiç birine bir şey olmamış koskoca yer yanmış. Ama ördekler yavru ve yumurtalar dahil capcanlıydı. Annemle oturup ağladık. En çok o canlara korktuk. 
Şu an şehirde durum ne bilmiyoruz. Nere yanıyor nerde ne var. İnstagramdan takip ediyoruz. Resmi bir açıklama yok. Çoğu yerde itfaiye yok. Köylüler toprakla söndürmeye çalışıyor.
Bilmiyorum. sular yok.   Alakasız onlarca km ötede yangın çıkıyor. Şehir güvenli değil. Ama insan memleketini bırakıp nereye gider ki. Kendime hep sorardım şimdi de soruyorum. Kendi ülkemde bir savaş olağanüstü bir hal olsa bırakır mıydım diye? Bu kez soruyu sormadım Cevabı verdik hep beraber. Kimse gitmedi. Herkeson kıvılcıma kadar savundu. Köylere soğutma çalışmalarına yardıma gittik. Dünden beri uyanığım.
Her yer yandığı için itfaiyeler yetişemiyor yanıp gidiyor bir yerler. 
Oraları görünce o çaresizliği ve yalnızlığı hissedince ilk kez nefret ettim. Bu neyse ondan. Bu neyse ona sebep olanlardan. Bu neyse sebebinden. 
Biz iyiyiz. sevdiklerimiz iyi. Evi,iş yeri bahçesi yanan çok arkadaşım var. Burada metre kareye o kadar çok acı düşüyor ki size yazmak istedim.


 

28 Temmuz 2021 Çarşamba

yangından kaçamayan kaplumbağalar, yokluğun delirten çığlığı, oyunbozan yahut oyun kuranların bütüncül kişiliği

"Günaydın! Olur ya belki sizi göremem; iyi günleriyi akşamlar ve iyi geceler ! " Truman Show
Delilikle dahilik,ölümle yaşam arasında ince bir çizgi olduğunu biliyordum. Ama varlık ve yokluk arasında bu denli bir çizgi olduğunu bilmiyordum. Bu iki kavramı üst üste binmiş içi kat olarak düşünürsek aralarında incecik ve kırılgan bir buz tabakası var. Ve bir anda oluşan minicik bir çatlakla kulakları sağır edip insanı çılgın edecek bir gürültü çıkarabiliyor. Bugün öyle oldu. Hep olur. Haberlerde, gazetelerde bu ses yalıtıldığı için duyamayız. İnstagramda kadın ölümleri yahut doğal afetlerle ilgili bir haber gördüğümüzde saliselik bir üzüntü yaşayıp hemen kaydırırz. İşte bize rahatsız hissettiren duygudan kurtulmuşuzdur. Ama ne zaman bu tür hikayelerin öznesi olsak gerçeğe tüm çıplaklığı ile tanıklık etsek o zaman kırılan buz tabakasını duyarız. Bu ölüm için dökülen gözyaşıda olabilir pekala, yıkılıp giden yahut yanıp kül olan bir binanın karşısında çöküp kalmakta.

Kalbim üşüyor. Dışarda bu demli büyük bir yangın varken ve hava sıcakken.  Yaşamın kırılganlığını insan olmanın acziyyetini ve zayıflığını bilmek bana acı veriyor. 
Öğlen vakti çocuklardan biri pencereden dumanları görmüş. Pencereden bakınca bu kadar büyük bir duman kümesi olmasına şaştık kaldık. Hemen haber geldi zaten yangın uzakta ama oldukça büyükmüş. Tüm öğleden sonra aramalara dönmek ve arama yapmakla geçti. Bir kaç tanıdığın iş yeri evi arabası yanmış. 
Arkadaşım anlattı. Kuzeni işte olduğu için arayıp hiç bir şeyi olamazsanız kuşumu alın demiş. Kalbim dikiş tutmayan bir et parçası oldu. Geçen yaz  abim Yangın işlerinde bir kaç ay çalışmıştı. Yangından hayvanlar çok ölüyor mu demiştim. Tabi en çok kaplumbağalar bir kaplumbağa asla yangından kaçamaz dedi. Yani bu bariz ortada bir gerçekken içimi parçaladı. O günden beri ne zaman bir yangın haberi alsam yanmaktan kaçamayacağını bilen bir kaplumbağa oluveririm. Zaten o kadar çok yangın oluyor ki . Hiç bir zaman yananın yerine bir yenisini koyamıyorlar sanki.

Yangın ırmağın karşı kıyısında. Bizden epey uzak. Ama akşam çöktüğünde o kadar şiddetlendi ki lavları fışkıran bir yanardağ gibiydi. Olurda dedim ne olur ne olmaz gece yarısı bir tahliye haberi alırız. Bir minik çanta hazırlayıp içine bir şeyler koyayım dedim. Bocaladım kaldım.
not: Evin karşısında yangın söndü. Bahçemizin orda başlamış. sadece şunu demek istiyorum. Gerçekten aynı anda bir sürü farklı yerde yangın çıktı. Hala sıçrama mesafesi bile olmayan yüzeysel olarak bir birinden tamamen bağımsız yerlerden yangın haberi alıyoruz. Biri bir uçta biri bir uçta.
Neşeyi, düş kırıklığını, heyecanı hatta acıyı bile kavrayabiliyorum.  Ama kötülüğü kavrayamıyorum. Zihnim almıyor. Patlayacı madde atan bir araba arıyorlardı. Bulundu diye duyuntu çıktı. İçinde 5 tane suriyeli varmış. İlk çok öfkelendim. Milliyetçi bir duyguyla yükseldim. İçimden ama kimseyi kışkırtmaya gerek yok. Ama sonra dedim ki. Kim kimin kuklası belli değil ki! Yandaş kim muhalefet kim belli değil! Bir oyun var biliyoruz. Ama bunda bir oyun var diyenler bile bir kukla mı bilemiyoruz. Belki omuzları üzerine dökünen  o görünmez kukla iplerini göremiyoruz.
Elektirik kesintisi olabilir. Yazamayabilirim. Mal kaybı yahut duman zehirlenmeleri oluyor. . Endişelenmeyin.

" Olur ya belki sizi göremem; iyi günleriyi akşamlar ve iyi geceler ! "


 

11 Temmuz 2021 Pazar

Kendimi aradığım yaz

 

Bir bize mahsus değil Dünyayı vaz geçilmez bulmak. Bir serçecik tanırdım ki ben Yüreğini yarıp baksaydınız Bir gökyüzü bulacaktınız eminim

Dün çok sevdiğim bir arkadaşım evlendi. Yaşadığım şehre taşınacak çok mutluyum.  Bir müddet tamamen içe dönmüş ve telefonlara bakmaz buluşmalara gitmez olmuştum. Şimdi programları organize ediyor hafta  sonundan plan yapıyorum. Onlarla bir araya gelmez iyi geliyor. Kimi hayattaki yerini bulmuş. Kimi aramaya devam ediyor. Kimi varoluşsal sancılarla kıvranıyor. İnsan ne iyi geliyor insana. Ama her zaman böyle değilim. Dönem dönem insanlardan tiksinen hamam böcekleri gibi insanlardan kaçıyorum. Bana iyi gelmiyorlar seslerini işitmek,onları dinlemek onlara bir cümle bile kuracak halim kalmıyor. Böyle zamanlar yazasım okuyasım dinleyesim de gelmiyor. sadece uyumak yahut yürümek durmadan düşünmek yada ölesiye düşünmemek arasında gidip geliyorum. Bu duygu durumu ne zaman başlıyor nasıl son buluyor bilmiyorum. 

Yaz geldiği için mutluyum. Gerçi hava  olabildiğince sıcak ama olsun. Pinterestte ki summer listlerden ilham alarak bir liste oluşturdum.  Geçmişte kalan ortaokul ve liseden arkadaşlarımla iletişime geçtim. Yaşadığım şehri seviyor muyum? Burada yaşanılacak mümkün hayatların en güzel versiyonunda mıyım? bu soru beni bunları yapmaya itti. 

Zaten beni zora sokan ve huzurumu bozan iki sorudan biri budur. mümkün hayatların en güzelini mi yaşıyorum? ve kendimin en iyi versiyonu muyum? 

Okuma listelerimi güncelleyip kitap kulübüne aktif katılım yapmaya karar verdim. Okumadıkça çürüyorum. Okumadıkça yolumu kaybediyorum.

Yaz için bir kamp çadırı balkona düzenleme ve ekstrem spor denemeleri doğa yürüyüşü ve bolca okumalı bir yaz planladım. Umarım neşe dolu ve kendini bulmalı bir yaz olur.



27 Ocak 2021 Çarşamba

kaosa mütevazi bir katkı

                                        

Bazı kusurlar bir insanın var oluşu için gereklidir. Eski dostlarımızın bazı tuhaf özellikleri ortadan kalkmış olsa bu hoşumuza gitmezdi.
Goethe

Pazartesi:

Bugün arkadaşlarla buluşup hayatı sorguladığımız bir ritüel yaptık. Herkesin kafası karışık. Hepimiz yek diğerinin içindeki kaosa pek de mütevazi olmayan bir katkı yapmaktan öte geçemedi.

 

Bir sinekle bir devlet adamı arasındaki benzerlik nedir?” Sorusunun cevabı 19. Yüzyıldan hazırdır: “İkisini de gazeteyle öldürebilirsin!”

Bu pasajı geçenlerde Murat Menteş'in kaosa mütevazi bir katkı kitabında okuyup çok sevdim.

Dedem emekliye ayrılıp kendine uğraşlar ararken bilgisayarcı dayımın dükkanında beklemeye karar vermişti. Hafta sonlar bazen dedemin peşine takılırdım. O zaman ortaokulda olan ablamda gelir ve msn girerdi. Bende merak ettiklerimi sorardım. Kurbağa mı yoksa çekirge mi daha yükseğe zıplar? Türünden sorular yada heygirl dergisinin internet sitesine girerdim. Neden sonra dedem tamam yeter bu kadar  derdi. Ablam ödevlerini yapardı bende masanın üzerinde ki gazeteleri alır ve 'kimliğimi kaybettim hükümsüzdürden tutun vasıfsız eleman aranıyora kadar bütün her şeyi okurdum. Dayım gazete bayinde ki yandaş, muhalif ne kadar gazete varsa toplardı. Dedem çay ocağından bize salep kendine koyuca bir çay alır ciddiyetle okurdu. Ağır ağır sayfaları çevirir arada kaşlarını çatardı. Bazen sıkıntıdan bazen meraktan çokca alışkanlıktan el çabukluğuyla her satırı okurdum. Sonra dedem eski gazeteleri ayırır bir kısmını eve götürürdü. Gazete kağıdı bir zaman yoksulluk görmüş bu insanlar için pek çok anlam ifade ederdi. 

 Pazar eklerini bazen hoşuma giderse alır kocaman ciltli  bordo defterime yapıştırırdım. Bu fotoğrafları o zaman adını bile bilmediğim bir şey olan fanzine çevirirdim. Hikayeler, bilmeceler, kulaktan duyma memleket meselelerine çocukça yorumlar.

Sonra   işte haber vermekten ziyade belirli bir ideoloji empoze etmek olan o kağıt müsveddelerinden uzaklaştım. Bazen bir bayinin önünden geçerken elimi uzatıveresim gelir vazgeçerim.

Öyle yada böyle bir şekilde gazete kavramından uzaklaştım hatta bir zamanlar hayalim olan gazeteciliği bile unuttum. 

.

.

.

Çarşamba:

İnsan ne garip yahu. Yazasım var okuyasım var. Yarın yakın arkadaşlarımdan birinin düğünden önce kız partisi var. Gidesim yok yine kaplumbağalar gibi içime çekilip vadideki tüm karmaşayı bir kenara bırakıp durasım var. Fakat biliyorum ki bir daha böyle bir araya gelmek çok zor. Ama kız olmak ne zor şey ki! Şimdi yarın süslenip püslenip gitmek gerek! Ne gerek var yahu biz aynı evde kalırken ne hallerimizi gördük dedim. Olmaz aramızda sap gibi kalırsın dediler. Acilen dolabımı elden geçirip kapsüle çevrimeli özel günlerde giyilecek kombinler takılacak takılar paketlenmeli. Değilse sonum mahallenin önünde çocukken çekildiğimiz o fotoğrafa döner. Bütün herkesin beni erkek sandığı. Altımda kısa bir şort ve üstümde smokin şekilli tişörtün olduğu.


7 Aralık 2020 Pazartesi

düşük modlu bir yazı

Antalya oyuncak müzesi kaptan odasından bir kare

Yazma dürtüsü gelmese bile bir kaç satır karalayayım diyorum.

Alınan tedbirler kapsamında okullar uzaktan eğitime geçmişti. Fakat hiç bir korunmanın olmadığı ve  zorunlu bir eğitim bile olmayan okul öncesi devam etmişti.daha sonra 13 günde  kez karar değişmiş ve okulların kapanması illere göre alıncak kararlara bırakılmıştı. Nihayetinde ilimizde devlet okulları uzaktan eğitime geçmiş özeller devam etmişti. En nihayetinde bir şekilde bizim okulda uzaktan eğitime geçti. Evde olduğumuz için mutluyum. Bu hafta zaten vize haftasıydı. Çok iyi denk geldi işin garip tarafı zamanımı verimli kullanmak için çabalasam da içimden hiç bir şey yapmak gelmiyor. Bir kaç virüslü ile temaslı olduğum için kendimi ailemden izole ettim. Evde maske eldiven enva-i çeşit yağlar,bal,çörek otu ,sirke bir ara ateşim çıktı bir öksürük tuttu ama annemin yüksek gayretleri sonucu şimdi iyiyim

Yaklaşık 6 yıl önce ciddi bi kayak kazası geçirmiştim. Yüksekçe bir tepeden kardeşimle kayarken bir taş yüzünden önce havalanmış sonra o taşın üstüne düşmüş kardeşim de benim üstüme düşmüştü. Orada bembeyaz karın altında yatarken ilk düşündüğüm yaşamımızın nasıl beklenmedik ve inanılmaz bir şekilde değişebileceğinin farkına varmıştım. Ya kalkamaz ve bir daha yürüyemezsem. Yaşamım nereye evrilecek gerçekten kısa bir an yaşamımda ki o güzel anlar gözümün önünden geçti. Sonra beni kucaklamış en yakın hastaneye götürmüşlerdi. Omurgamda  küçük bir çatlama ile atlatmış 10 gün hiç hareket etmeden yatmıştım. Bir daha kar tatiline gitmedim. Kar görünce içten içe bir sıtma bir mide bulantısı tüm vücudumu ele geçirir oldu. Neyse ki Antalya’da çok çaba göstermediğiniz  müddetçe kar görmüyorsunuz. Şimdi ne oldu da bu anı anımsadım bilmiyorum.  

Beynimin içi bir çocuk kitabında yazılmış bir şiir gibi. Kitabın adı evden 3998 kilometre ötede gibi bir şeydi.3 yıl önce almış kitabı okumuş son sayfasına şehrimi yazmış ve kitabı bir arkadaşıma postalamıştım. Kitabı seyahate çıkarmış kendimce travel book yapmıştım. kitap şu ana değin  4 el ve 4 şehir değiştirdi. Şu an nerede hiç fikrim yok en son İzmir-İstanbul arası yolculuk yapmıştı. Neyse umarım verimli bir gün geçiririm,geçiririz.

 

 


28 Kasım 2020 Cumartesi

ah bir sahaf olsaydı

 

 


Gökte bulutlar kafamda vizeler aklımda online eğitimler.

Bu ara bana bir şey oldu instagramda sürekli canlı yayın izlemek istiyorum. Aslında  hiç sosyal medya alışkanlığım yoktur. Sırf ögrencilerime oyun bakmak için açmıştım instagramı. Ha birde twitter var.Onu da geçen haftaki okulöncesi twitter savaşlarında ön cephelerde yer almak için açmıştım.Aslında hala twitterda direniş sürüyor  ama okul açıldı  ve yapmam gereken şeyler  olduğu için cepheyi terk ettim.

Ne diyordum instagram canlı yayınları.   Bu aralar yazarların canlı yayınları arttı o yüzden de olabilir fakat gerçek şu ki  canlı yayında entektüel camiayı  izleyince kendimi  aktif hissediyorum.

Mutlu anlar koleksiyoncusunun bugün yazdığı yazıyla bloga kendi çektiğim fotoğrafları koymak için kollarımı sıvadım.Kameramı aldığımda bir hevesle çektiğim ne varsa topladım.Ama bu beni yıprattı.Neden mi? Eski fotograflarda kendimi gördüm.Hani önceki yazımda demiştim ya.Bir gün sokakta çocukluğunla karşılaşırsın gençlik hayallerinle.Bende o fotoğrafta ne düşündüğümü şimdi neler yaptığımı görünce bir kötü oldum.O fotograflarda  hayatının her anından zevk alan,gözleri parlayan o kızı gördüm.

Geçenlerde Bacon'un denemelerini okurken  çok güzel bir söz geçti.Mutluluğun sağladığı iyi şeyler özlenmeye değer ama mutsuzluğun sağladığı iyi şeylerse övülmeye.  Evet mutsuzum eve istemediğim bir işte çalışıyorum vee bir yıl boyunca istifamı veremem.Ama yine de yaşamıma bir şeyler katabilirim bu süreçte.Muhakkak bu küçük ve önemsiz yaşamımdaki sorunlar beni ciddi anlamda üzüyor.Bu stres halinden nefret ediyorum.Aklıma huzur romanında geçen bir  cümle geliyor '"Elbisem çok eski olsun... Fakat bahçemde en iyi güller yetişsin'

Yani ben  ne çok para ne macera isitiyorum.İstediğim çiçek dolu bir bahçe ve kitap dolu bir kütüphane.Bu söz monetindi galiba emin olamadım .Çiçek deyince aklıma o geldi.Ama ben çiçeklerden ziyade yeşil bitkileri daha çok severim. Çünkü  çiçeklerin açmasını beklemeyi,döküldüklerinde üzülmeyi sevmem.

Masamda velimin öğretmenler gününde aldığı çiçekler. Siz ilk öğretmenisiz ve bizim için çok değerlisiniz dediler. Müdire ''iyisin ve seni en büyük yaşta göreceğim inşallah'' dedi. İnşallah dedim.O bilmiyordu inde şek ve şüphe vardır. Kesinlik belirtmez "Allah dilerse olur" anlamına gelir. Anneannem hep derdi inşallah değil biiznillah deyin diye.Öğretmenlik kutsaldır ana gibi diye jenerik çaldı beynimde. neyse oldukça  kesin bir şekilde söyleyebilirim ki yaşamdan finansal bir isteğim olmadığı için özgürüm.Kariyer kaygım da yok.Mandıra filozofu değilim.Sadece sevdiği mesleği icra etmek isteyen bir insanım.Malesef ki ne istediğimi bilemediğim için deneyeceğim.Köy öğretmenliği,sosyal hizmet görevlisi,kitap evinde bir çalışan,tercüman,rehber ne varsa.

Kapatalım bu konuyu çünkü bu liste uzar gider.

Bu arada Jule Payot irade terbiyesi kitabında benim gibi bir oraya bir buraya konup hiç bir alanda uzmanlaşmayanları kınıyor.Neyse ki tarihte başarılı olan emsallerim çok.Bakınız Hezarfen Ahmet Çelebi.Hezar farsça bir ek ve bin demek fende ilim. Bir çok dalda araştırmalar yaptığı için halk ona böyle demiş.Yahut Da Vinci , bu  düşüncemin temsilcilerinden.Tabi ben bu mertebede olamasamda sürekli iş değiştiren ipe sapa gelmez, bir baltaya sap olmaz bir tip değilim.

Tamam şimdi bu konu kapandı.Devam edelim.

Bu arada anneannemin annesi geçen hafta vefat etti. aAneannem kendine gelemedi ve küçük bir kız çocuğu gibi sessiz sessiz ağladı. Cemal süreyya'nın dizeleri döndü durdu beynimde.  ''Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü kör oldum'' 

Sonra vivensede uzun zamandır takip ettiğim bir çalışma masası vardı.İndirime girmiş tamam alayım dedim abim araya girdi ben sana yaparım diye erkekliği tuttu.Sonra depoya indi.Tahta buldu,bacak kesti.Ortaya iş gören istediğim tarzda fakat bohemlikten uzak kasabalarda muhtarlıklarda bulacağımız türden bir şey çıktı.Çok uğraştı kırılmasın diye kullanıyorum.Askere gidene kadar 25 gün sonraya kadar yani umarım bu masayı benimseyip sevmem.sol beynim ağır basar ve istediğim masayı alırım diyecektim ama belkide sol beynim finansal açıdan düşünüp bunun daha mantıklı olduğuna karar verebilir.

Ama genelde bemde ne sağ ne sol ikisine de pek iş düşmez. neden çünkü çalışmam gereken sınavlar hazırlamam gereken evraklar varken ben burada bunları pekala gönül rahatlığı ile yazabiliyorum.

Bir türlü kitap siparişi veremedim tavsiye ettiğiniz bir site var mı? Keşke şehrimde bir sahaf olsa.fakat yok turistik bir yer ve kahve kitap evleri var.

Benim sepya fotoğraflara bakıp hayallere dalacağım,tozunu içine çekip hapşıracağım,saman kağıtlarına dokunamayıp uzaktan seveceğim,sahipleri ile hoş sohbet edeceğim sahaflara ihtiyacım var.

Şimdilik bu kadar.

Kalın sahafla.