Blogları canlandırma projesine katılmak istedim bu sene. Her ay belirlenen bir temada izlenilen filmler, okunan kitaplar olması çok teşvik edici. Bu ayın teması; gerçeğe dayanan olaylar ve otobiyografi. Otobiyografi,anılar, günlükler okumayı çok sevdiğim bir tür. Son üç yılda 16 tane anı-günlük-otobiyografi okumuşum. Bu ayın teması tam bana göreydi. Dikkatimi çeken bir yazarın hayatını okumak istedim ve sonunda Kurt Vonnegut' un otobiyografik romanı ''Hi Ho'' kitabını seçtim. Başlı başına ilginç bir yazar. Kendisi ile Ted'in şu videosu ile tanışmıştım. Hemen ilk kitabını okudum. Onun garipliği, sürrealist hikayeleri beni içine çekti. Abuk sabuk gördüğümüz rüyalar olur. Zaman akışkandır. Mekan ayaklarımız altında kayar ve sürekli değişir. Tüm olaylar kırılgandır ve gerçeklik ise bir bukalemun gibi değişkendir. İşte onun kitapları da öyle. Ama çoğu modern sanat eserinde insanı ister istemez içine düşüren bir dilemma var. Hani bir sergi de garip bir şey görürsünüz ve onun gerçekten saçma mı yoksa sanatsal bir şey mi olduğu hakkında ikileme düşersiniz. Kurt Vonnegut sizi o ikileme düşürmüyor. Tüm o karmaşa öylesine iyi geliyor ve öylesine anlamlı, eleştirel şeyler barındırıyor ki.
Kitaba gelecek olursak, tüm o garipliğini kitaba taşımış. "Bu, yazıp yazacağım en samimi otobiyografi. Ona şakşak diyeceğim. Çünkü abartılı ve gülünç. Tıpkı şakşak komedi filmleri -özellikle de şu eski Laurel ve Hardy'ninkiler- gibi.” cümlesi ile başlıyor kitap.
Kitap her ne kadar sözlerine böyle başlasa da yalnızca başlangıç kısmı olan 13 sayfada yaşamı ile ilgili kesitlere yer verilmiş. Kalan kısımda hayatımda okuduğum en eksantrik öyküye yer verilmiş. Fiziksel olarak farklı doğan William ve Eliza'yı ailesi istemez. Onlara genişçe çiftlik evinde bir hayat kurarlar. Yaş günlerinde ziyarete gelirler. Bu iki çocuk her ne kadar zihinsel özürlü zannedilse de üstün bir zekaya sahiptir. Evde bulunan devasa kütüphaneden kitaplar okur, bu eski çiftlik evinin gizli odalarını ve koridorlarını keşfederler. Bir sürü dil öğrenirler. (Kitaplar farklı dillerde yazılmıştır.) Ama dışarıda ki herkese akılsız taklidi yaparlar. Bunun sebebini şu şekilde açıklıyorlar:
"Düşünün: Bize bakan insanların yaşamlarının merkezindeydik. Eliza ve ben yardımsız ve sefil kalsak, hemen hepsi kendi gözlerinde kahraman Hristiyan kesilirlerdi. Eğer biz zeki ve kendimize yeterli olabilsek, onlar aşağılık, pasaklı yardımcılarımız olurlardı. Eğer biz dünyaya açılabilseydik, onlar apartmanlarını, renkli televizyonlarını, doktor ve hemşire unvanlarını ve yüksek ücretli işlerini kaybedeceklerdi. İşte bu nedenle, ilk günden beri, bizim böyle yardıma muhtaç kalmamız için binlerce kez dua ettiklerinden eminim. Başarmamızı umdukları tek bir gelişme vardı. Tuvalet eğitimli olmamızı tüm kalpleriyle istediler."
Fakat bir gün annesinin onlardan nefret ettiğini ve keşke minicik bile olsa zeka pırıltıları olmasını istediklerini duyarlar. Hal böyle olunca ikizler sabah kalkar ve artık zekalarını dış dünyaya göstermeye karar verir. Böylece olağandışı, garip maceraları başlar. Kitabı sevdim diyemem. Ama garip bir deneyimdi. Özellikle sonlara doğru okumakta çok zorlandım. Kitabı sanki gerçekten de William yazmıştı. Her satırı kendine özgü garip, ucube havası ile dolup taşıyordu. Belki Kurt Vonnegut'u sevme sebebim de budur. O garip olay örgüsü ve kahramanlarının ötekiliğidir...
Aşk bulduğun yerdedir. Onu aramak aptalca. Hem zehirlenebilirsin de.
"Tarih bir sürprizler listesidir" dedim. "Bizi yalnızca yeniden şaşırmaya hazırlayabilir.
"Ülkeme kardeşlikten başka barış da getirmek isterdim." diye devam ettim. "Ne yazık ki, barış diye bir şey yok. Onu buluyoruz. Kaybediyoruz. Tekrar buluyoruz. Tekrar kaybediyoruz