29 Ocak 2021 Cuma

Akakiy Akakiyeviç'in Paltosu ve benim laptobum

(Antalya Mısır  çarşısı  karşısında bulunan bana o ış bankası  kumbaralarını hatırlatan  banka)
Ilkokula başlamama  2 yıl  varken ablam için  okul alışverişi  yapmaya çıkmıştık.Her ne sebepten bilmiyorum kavak ağaçlarının  gölgelediği  meydanda kurulmuş  bir düzine  tezgâhta rengârenk  kitaplar satılıyordu. Annem o gün  muhtemelen hepimize bir kitap alamayacağı  için kendisine  bir ebevyn kitabı  almış  ve istediğimiz zaman okuyabileceğimizi söylemişti .
-4 kardeştik  ve birine bir şey  alınsa  hepimiz isterdik ve sürekli borç açan bir eşe ve düşük  ücretli  bir işe sahip  Annemin o  kadar parası  yoktu-
--Yıllar  sonra kendi  maaşım  olup özgürce  kitap alışverişi  yaptığımda "işte!" demiştim  "Asıl  zenginlik istediğin  kitabı yanında tutabilmek, altını çizip  üstüne  not alabilmek!--
.
O kitabı  uyurken kucaklamış  resimlerine defalarca bakmıştım. Okumayı  öğrenince  ilk o kitabı  okudum.  Yapılan  resimlerin çocukların  psikolojisine işaret  ettiğini öğrenince  resim dersinde  sıraları  gezmiş  ve kimlerin evinin çatısında  duman tütüyor  bakmıştım.  Çünkü  bir  resimde duman olması  demek o çocuğun  evde mutlu bir hayatı  olduğu  anlamına gelirdi. Duman orada birilerinin  yaşadığı  anlamına  gelirmiş.  Daha ayrıntılı  kriterler vardı  Fakat benim minik aklım  "ileride daha iyi analiz ederim." diye düşünmüş olsa gerek odamızın kapısına Cd kalemi  ile  minicik bir ev ve bir çocuk  çizmiştim.  Hani olurda  çizdiğim  kağıt  kaybolursa diye daime göz  önünde  bulunacak bir yere resmimi yapmıştım . Sonra evimiz yıkılıp yerine yenisi yapılacağında bu projem  suya düştü. Ben sökülen  şeftali ağacı  için  ağlarken  aklıma  resmim gelmemişti.   İnternetre gezerke    Resim analizi   eğitimi verildiğini görünce  merak ettim. Mesleğime  devam etmeyeceksem bile bu benim için  küçük  ve eğlenceli  bir kaçamak . Mesela Monet'in çiçeklerinde, Dali'nin eriyen saatlerinde bir şeyler  aramak kadar heyecan veriyor bana. Kargacık  burgacık çizimler  ve renklerden anlam çıkarmaya  çalışmak. Gözler ruhun aynası  derler acaba çocuk  resimleri de mi öyle?
.
.
Sevgili tosbağa  günlüğü  bir yazısında ekonomik özgürlükten bahsetmişti.  Aslında  4 yıldır  düzenli  olarak bi bankaya paramı  yatıyorum. Altın  almak,  portfolya yapmak, döviz  işleri  daha mantıklı  olsa da bir türlü  uğraşmak  istemedim. Fakat yıldan  yıla  değer  kaybeden Türk  lirası  karşısında  birikimimi bir yatırıma  dönüştürmeye  karar verdim.  Fikirleriniz yahut tecrübeleriniz varsa yazarsanız  çok  mutlu olurum.
Genel anlamda tutumlu olmasa bile tutarlı  biriyim. Yani kendimi borca sokmam. İndirimlerden, istiften hiç  hoşlanmam.Hele kampanya varsa bir yerde aksi istikamette koşar kaçarım. Kızlar gratiste indirim varmış  diyen arkadaşın ağzına  kürekle  vururum. 
.
.
Bir arkadaşım  Denizliye ailesi ile tatile gitmiş. Orada pazarcı(gelecek cümleyi   bir Denizli ağzı ile okuyun)   "Abilerim ablalarım  hepinizi seviyorum ama paranızı  daha çok " diye bağırıyormuş. Bu olaya o kadar gülmüş  ve  o kadar  sevmiştim  ki. Bu benim aradığım vizyon. İşletmenin  zararına bile olsa dürüst  olmak.
Bu arada  Denizli ağzı  ile yazılmış Guccug Prens kitabından  haberdar mısınız?
.
.
Eskiden hedonik  alış-veriş yapınca  bunu pek dert etmezdim. Hem ne olur ki Miniso'dan bir sürü  kağıt  maske, (ıhtiyaç fazlası)kalem aldıysam. Bunun kime ne zararı var? Fakat  Fahrettin Karacanın -kendisi Toprak dede olarak tanınır  ve Tema vakfının  kurucularındandır- "Param var, ama hakkım  yok." sözünü  duyunca artık  kendimi dizginlemeye karar verdim. Benim cebime  zarar vermeyen  şey ya doğaya  zarar veriyorsa?
.
Üniversitede bir kız  tanımıştım kırmızı  minik defterine son 3 yılda  aldığı  her şeyi  tek tek yazmıştı.  Bir gün  bende bunu yapacağım  demiştim. Ara ara bu şekilde  aldıklarımı  yazdım  fakat hep kesintiye  uğradı. 2021 Ocakta yeni bir defterle yeniden başladım. Yazmak paranın  nereye  gittiğini  bulmak için kendini tahlil etmek  ve daha ziyade dizginlemek için  iyi bir çözüm. 
Kredi kartları  oldum  olası bana itici gelmiştir. O gri soğuk  ve metalik nesne kafamda borçla  özlemiştir .
Birde damızlık  kızın öyküsünde  bankalar kredi kartlarına el koyup  kadınlar peş parasız  kalınca kredi nefretim korku ile  birleşti.Böyle olunca Ay başı maaşım  yatar yatmaz çekmeye başladım . Kartı  bir köşeye  atıp parayı  önceki ay planladığım bütçeye göre  harcarım. 
Fakat bu her yıl  sınıf  geçmekle  uğraşan  kendine bir şey  katmayan  bir öğrencinin  hali gibidir.  Yada çok  sevdiğim  Gogol'un Paltosundaki  gibi. Günü, ayı  kurtaran fakat paltosu delindiğinde ve  yeni bir palto alması  gerektiğinde  ne yapacağını şaşıran  Akakiy Akakiyeviç gibi.
Daha geçenlerde laptop  alması gereken bir arkadaşım  yakınmış "fiyatlar online eğitim  yüzünden  çok  pahalı" demişti. Bende iyi eski püskü  bir laptobum var demiş  derin bir nefes almıştım. Dün  gece laptobum çat diye Düştü ve sonsuz bir karanlığa  gömüldü  Akakiy Akayavicle oturmuş  kara kara düşünüyoruz. Bugün  onun korka korka terziye gittiği gibi bilgisayarı  dayıma  götüreceğim. Sonumuz benzemez umarım.
.
.
Üçün beşin youtube kanalı  bütçe  planlanması  ile ilgili araştırma  yaparken bulduğum  beyaz yakalı Özlem'in sıcak  birebir  tecrübelerini  paylaştığı  bir kanal. Bu konuya ilginiz varsa bir  göz  atın  derim.
.
.
Hepinizi seviyorum ama yazıma  geri dönüt  yapanları  daha çok.
Kalın  sağlıcakla. 


27 Ocak 2021 Çarşamba

kaosa mütevazi bir katkı

                                        

Bazı kusurlar bir insanın var oluşu için gereklidir. Eski dostlarımızın bazı tuhaf özellikleri ortadan kalkmış olsa bu hoşumuza gitmezdi.
Goethe

Pazartesi:

Bugün arkadaşlarla buluşup hayatı sorguladığımız bir ritüel yaptık. Herkesin kafası karışık. Hepimiz yek diğerinin içindeki kaosa pek de mütevazi olmayan bir katkı yapmaktan öte geçemedi.

 

Bir sinekle bir devlet adamı arasındaki benzerlik nedir?” Sorusunun cevabı 19. Yüzyıldan hazırdır: “İkisini de gazeteyle öldürebilirsin!”

Bu pasajı geçenlerde Murat Menteş'in kaosa mütevazi bir katkı kitabında okuyup çok sevdim.

Dedem emekliye ayrılıp kendine uğraşlar ararken bilgisayarcı dayımın dükkanında beklemeye karar vermişti. Hafta sonlar bazen dedemin peşine takılırdım. O zaman ortaokulda olan ablamda gelir ve msn girerdi. Bende merak ettiklerimi sorardım. Kurbağa mı yoksa çekirge mi daha yükseğe zıplar? Türünden sorular yada heygirl dergisinin internet sitesine girerdim. Neden sonra dedem tamam yeter bu kadar  derdi. Ablam ödevlerini yapardı bende masanın üzerinde ki gazeteleri alır ve 'kimliğimi kaybettim hükümsüzdürden tutun vasıfsız eleman aranıyora kadar bütün her şeyi okurdum. Dayım gazete bayinde ki yandaş, muhalif ne kadar gazete varsa toplardı. Dedem çay ocağından bize salep kendine koyuca bir çay alır ciddiyetle okurdu. Ağır ağır sayfaları çevirir arada kaşlarını çatardı. Bazen sıkıntıdan bazen meraktan çokca alışkanlıktan el çabukluğuyla her satırı okurdum. Sonra dedem eski gazeteleri ayırır bir kısmını eve götürürdü. Gazete kağıdı bir zaman yoksulluk görmüş bu insanlar için pek çok anlam ifade ederdi. 

 Pazar eklerini bazen hoşuma giderse alır kocaman ciltli  bordo defterime yapıştırırdım. Bu fotoğrafları o zaman adını bile bilmediğim bir şey olan fanzine çevirirdim. Hikayeler, bilmeceler, kulaktan duyma memleket meselelerine çocukça yorumlar.

Sonra   işte haber vermekten ziyade belirli bir ideoloji empoze etmek olan o kağıt müsveddelerinden uzaklaştım. Bazen bir bayinin önünden geçerken elimi uzatıveresim gelir vazgeçerim.

Öyle yada böyle bir şekilde gazete kavramından uzaklaştım hatta bir zamanlar hayalim olan gazeteciliği bile unuttum. 

.

.

.

Çarşamba:

İnsan ne garip yahu. Yazasım var okuyasım var. Yarın yakın arkadaşlarımdan birinin düğünden önce kız partisi var. Gidesim yok yine kaplumbağalar gibi içime çekilip vadideki tüm karmaşayı bir kenara bırakıp durasım var. Fakat biliyorum ki bir daha böyle bir araya gelmek çok zor. Ama kız olmak ne zor şey ki! Şimdi yarın süslenip püslenip gitmek gerek! Ne gerek var yahu biz aynı evde kalırken ne hallerimizi gördük dedim. Olmaz aramızda sap gibi kalırsın dediler. Acilen dolabımı elden geçirip kapsüle çevrimeli özel günlerde giyilecek kombinler takılacak takılar paketlenmeli. Değilse sonum mahallenin önünde çocukken çekildiğimiz o fotoğrafa döner. Bütün herkesin beni erkek sandığı. Altımda kısa bir şort ve üstümde smokin şekilli tişörtün olduğu.


17 Ocak 2021 Pazar

rüyalar ve keşfedilmiş bir yazar

                                            

Siz rüya görür müsünüz? Rüya görmeyi sever misiniz? Eskiden rüya görmek büyük bir tutkumdu. Rüyalarımın çoğunda rüya olduğunun farkında olurdum ve uçardım, kaçardım.Gerçek yaşamın izin vermeyeceği türlü deliliklere yelken açardım. Rüyamda rüyalar görür o rüyaları başkalarına anlatırdım. Hatta bir keresinde karmakarışık bir durumu rüyamda çözmüştüm. Bir kaç ufak ayrıntıyı rüyamda anımsayıp uyanmış ve bazı şeyleri yoluna koymuştum.

Bazen rüyalarım kusar. İçime attığım bastırdığım ne varsa kusar. O kadar kusar ki ben bir yerlerde onların  o karanlık vehimlerin varlığını bilirim. sadece rüyalarımda gün yüzüne çıkıp tekrar karanlıklara gömülür.

İşin can sıkıcı yanı rüyada olduğunu bildiğin rüyalar -ki buna lüsid rüya deniyormuş- hakkında bir video izledim ve artık bu tür bilinçli rüyalar görmem sona erdi.Farkında olmadan bir düğmeye basmışım gibi.Ormanda çatırdayacak kupkuru bir dala basmış dalda ki tüm kuşları kaçırmışım gibi.

Gördüğüm ilk rüyayı -doğrusu gördüğümü hatırladığım ilk rüyayı- anımsıyorum. Bir kızıl tilki boynunda bir steteskopla bana yaklaşmıştı. Yepyeşil ağaçların olduğu bir ormandı ve yer gıp gri betonlarla kaplıydı. Bende o doktor tilkiye güvenmek ve kaçmak arasında gidip geliyordum. Galiba uyanınca ablama koşmuş uyurken böyle şeyler gördüğümü anlatmıştım.

 Bazen rüyalar  görürüz. Rüya olduğunu bildiğimiz  rüyalar. Bazen de öykü  kitapları  okuruz  öykünün  içinde  olduğunu  bilen karakterlerin  kitapları. Yazara baş  kaldıran  ve kendi öyküsünü  yaşamaya  çalışan karakterlerin öyküsü.  Yazarı  durdurup lafa giren karakterler mi dersiniz yazarın  beraber nar yemek istediği  karakterler mi  dersiniz. Oldukça ilginç  bir öykü  kitabı. Filmlerde oyuncunun  kameraya bakıp  konuştuğu  sahneler vardır  bu sahneler benim pek hoşuma  kitap. Bu sebepten olsa gerek bu kitabı da  sevdim. İlk hikâyede bulunan kahraman ve incir ağacı  Slvyia Plath'i anımsattı. Çocukluk  dut ağaçları, dedeler, masallar, tombul ballı  incirler o kadar benvariydi ki acaba kitabı ben mi yazdım  diye şüphe  ettim:) Yazarın  yer yer alaylı  bazen geren bazen tatlı  tatlı  gülümseten  bazen boğucu  bir yaz günündeymiş  gibi hissettiren  bazen ilk kar şehre  düştüğünde hissettiğimiz  yumuşaklıkla içimizi  saran kalemini sevdim.

Yazar
Dergâh  yayınlarında  olan tanıtım  yazısı 
Sinem Torun, 1994’te Sakarya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sakarya’da tamamladı. 2011’de Varlık Yayınları’nın düzenlediği Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde öykü dalında “Kuş Üzümü” adlı dosyasıyla dikkate değer ödülü aldı. Öyküleri; Varlık, Hece-Öykü, Dergâh gibi çeşitli dergilerde yayımlandı. Hâlen Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenim görmektedir

Başka  doğru  dürüst  bir bilgi  bir fotoğraf  bulamadım. Twitter'dan mesaj atayım dedim. Hesabı kapanmış. Bu yıl  içinde okuyup sevdiğim  bir yazarla iletişime geçip  duygularımı  iletme hedefim var. Hadi bakalım .
                                           
                                                                   Alıntılar 

Ağlamak istediğim halde ağlayamıyordum, en sancılısı buydu. Ve size dedim ki:
Hüzün. Aslında iki sokak altımda oturuyor.
Şimdi, gerçek hüzün tastamam bu mudur diye sorarsanız eğer... değildir, hüzün bu dahi değildir.


'Bir kelimeye temâşâ etmenin ne demek olduğunu hiçbir kelimeye yaklaşamadığınızda anlarsınız. Bir kelimeye yaklaşmanın ne demek olduğunu bu cümleyi anlayınca anlarsınız. Bir cümleyi anlamanın ne demek olduğunu hiç kimse sizi anlamadığında anlarsınız. Bir gün bir kelime temâşâ edebilirseniz eğer... anlarsınız. Öncesinde kaybettiklerinizi.''

10 Ocak 2021 Pazar

rastalı saçlar ve en iyi dostumuz kitaplar

               
Alper Canıgüz sen ki bir parça Jules  Verne gibi
Bir parça kendimi bulduğum bir kitap yazdın.
zaten toplasan bir insan kaç parça eder ki.
(görsel bütün kitaplarını bir çırpıda okuduğum satırların altını çizip üstünde çokca düşündüğüm iyi ki okumuşum dediğim Alper Canıgüz'e ait)


Mini mini bir kızken saçlarımı taratmaz ve kestirmezken-yıllar sonra benim saçlarım küçükken rastalıydı diye dalga geçmeye daha başlamamışken Jules Verne benim en iyi arkadaşımdı. Gün kızıla döndüğünde akşamın karanlığı çökmeden hemen önce evimizin arkasında ki yüksek bir kayaya çıkar ve yeni yeni belirginleşmeye başlayan aya bakardım. Keşke şu anda Jules yanımda olsa diye iç geçirirdim. Daha önce hiç görmediğim neye dahi benzediğini bilmediğim bir insanın yokluğunu çekerdim.
ilkokul yıllarımda tekli arkadaşlıklarım olsa da uzun sürmedi. sonra masal tiyatrosu yarışmasında başka sınıflardan bir kızla tanıştım adı buseydi ve bir parça benim gibiydi.  kitap okumayı severdi sınıf birincisiydi. tiyatroda onların sınıfı Rapunzeli oynamıştı ve o Rapunzel olmuştu oyunculuğu da güzeldi.
biz buse ile arkadaş olduk. beraber ipek ongun kitapları okuduk. birbirimize mektup yazdık. karne günü beraber hazırlandık. birlikte avukat olmak istedik. sonra okul bitti yollarımız ayrıldı. görüşmeye devam etmeye çalışsak da bir şekilde ayrı düştük. Lise de kendi kurduğumuz küçük grupla takıldık. Yine de ben bu grubun dışında acaip iç dünyaları olan insanlarla arkadaşlık kurdum. sonra üniversitede ciddi anlamda kafası farklı çalışan dayatılmışları değil istediklerini almak için çabalayan Kübra'yı tanıyınca tamam dedim. bu kız benim ak saçlı halimle de fotoğraflarımın olduğu halkın dost diye tabir ettiği insan. sosyoekonomik açıdan yüksek gelirli ve köklü  bir aileden geliyordu ama mütevaziydi.
benim arkadaş ortamlarında iyi ki param yok değilse arkadaşlarım benimle param için mi yoksa benim için mi dostluk kurduğunu bilemezdim gibisinden yaptığım esprilerin baş kahramanı olmuştu.
sonra üniversiteden ev arkadaşlarım ki hepsi pek kafam olmamakla beraber aramızda zor günleri beraber atlatmanın verdiği güzel bir bağ oldu. Böylece farklı aile yapılarına ve dünya görüşlerine sahip pek çok arkadaşım oldu.
netice de  yaz akşamlarında sofralarıma eşlik edecek, buruşmuş yüzüme bakınca yaşlı bir insanı değil de gözleri parlayan o kızı görecek, her şey değiştiğinde ilk halimi hatırlayacak insanlara ihtiyacım vardı.
Ve yaşam bütün bu güzel insanları karşıma çıkardı.
Antoine de Expery İnsanların Dünyası kitabında çok güzel tarif eder. Yaşam,belki bizi birbirimizden
Ayrı  tutar ama biliriz ki onlar bir yerdedir ve biz,birbirimize ölümüne  bağlayızdır. Bir araya geldiğimizde  birbirimizin omuzlarından tutup sıkıca sarılırız .
Antoine de Saint-Exupéry                                                            


Bütün bu güzelliklere şükretmekle beraber yadsınamaz gerçeği kabullendim. Benim her zaman ulaşabileceğim yanımda daima var olan şeyler kitaplar. Okumak öylesine delicesine bir erdem ki içimde yemek gibi içme gibi. Ne var ki okurken yaptığım tek şey okumaktır. sarası tutmuş gibi okuyorsun demişti annem bir keresinde. Bülbülü öldürmek kitabında geçer 'okuma yetimi kaybetmekten korkuncaya dek okumayı asla sevmedim. soluk alıp vermeyi sevmez ki insan.' Not alır altını üstünü çizer bazen milyonlarca yıl önce ölmüş yazarına mektuplar yazarım. Keşke derim bir kalıba uygun okuyabilsem yakın siyasi tarih okusam, Rus edebiyatı okusam, sadece bir yazarın tüm kitaplarını okusam. Fakat işte rengarenk çiçeklerle dolu bir vadide aklını kaybetmiş bir arı gibi bir ona koşarım bir buna. Kitaplar hakkında konuşmayı severim. Dinlemeyi severim. Canım sıkılınca kütüphanemin önüne gidip sevdiğim kitapları karıştırmayı severim. Masamda kitapların bir yığın oluşturmasını, kütüphaneden aldığım bir kitabın kenarına iliştirilmiş bir kaç cümleyi okumayı severim. Ama kanımca yazı yazmak coşku, hafif melankoli, taşkınlık gibi psikolojik bir semptomdur. der Tezer Özlü bir kitabında. Kanımca okumak dahi öyledir.


Bu yıl dağınık olan okuma işimi bir düzene katmak için kitap setlerini almaya karar verdim. 

Boğaz içindeki olayları yakından takip etmekle beraber kendimi George Orwel'ın bir distopyasının içindeymiş gibi hissediyorum. 
Fakat ben Orwel'ın tüm kitaplarını sevmekle birlikte Huxley'in distopik görüşünü daha olası bulurum.Nitekim sevdiğim diğer bir yazar olan Neil Postman Televizyon öldüren eğlence kitabının başınada şu mukayeseyi yapar.

George Orwell günün birinde kitapların yasaklanabileceğinden korkuyordu. Huxley ise kimsenin kitap okumakla ilgilenmemesinden ve dolayısıyla kitapları yasaklamanın anlamsızlaşmasından korkuyordu. Orwell, güç sahiplerinin bizi bilgiden mahrum bırakabileceğinden korkuyordu. Huxley ise bize çok sunulmasından dolayı bencilliğe ve hareketsizliğe itilmemizden endişe ediyordu. Orwell, hakikatin bizden titizlikle gizleneceğinden endişe ederken, Huxley ise gerçeklerin devasa bir anlamsızlıklar denizinde,enformasyon yığınları arasında kaybolmasından korkuyordu. Orwell tutsak bir kültüre evrileceğimizden korkuyordu; Huxley ise saçma sapan şeylerle uğraşmayı rutin edinmiş, ehemmiyetsiz bir kültüre evrileceğimizden.







2 Ocak 2021 Cumartesi

bak hele kim gelmiş! 2021


Annem sobalı banyomuzda kafamı elmalı şampuanımla kafamın derisini sökercesine yıkarken ve küçük köpükler gözlerimi yakmasına rağmen giderde oluşan küçük girdabı izlerken varoluşumuzla alakalı şeyler düşünürdüm. Ya hiç var olmamış olsaydım, şu an burada bir insan olarak değil de elmalı şampuan olarak varolup bilincimini varlığının farkına varmasaydım ne olurdu? tarzında ucu bucağı olmayan düşünceler.
annem kafama tazyikli suyu tutar ve beyazlı pembeli bornozumu giydirirdi. banyodan çıkınca bu varoluşsal sorgulamalar yerini dünya dönüyor mu yahut ay hareket ediyor mu tarzında şeylere bırakırdı.
her ne zaman diş fırçamı elime alsam ve tavan ile duvar arasına üçgen şekilde yerleşmiş aynaya baksam yine aynı midemi bulandıran sorular beni bulurdu. diş fırçalarken en çok hiç düşünmeden ne kadar durabilirim diye denemeler yapardım. 
hala banyo yapacağımda salt bir huzurdan ziyade kendimle başbaşa kalmaktan duyduğum o çocuksu korku beni sarmalar.  

bir kadın güzellik dergisinde-üniversitede pazarlara gidip cosmopolitan dergisi toplan bir arkadaşım vardı-
bize en çok yakışacak saç renginin küçükken olan saç rengi olduğunu okumuştum. Geçmişin büyülü güzelliğine inanan romantik kişiliğim ''evet demişti. Evet salt benliğimizin her türlü etkiye açık fakat daha yoğrulmamış en temiz ve saf halinde bulabilirim ne olduğumu.''  sonra kestane rengi saçlarımı beyaza çalan sarılara boyatmıştım. Nam-ı değer platin sarısı.

Kafamda önümüzdeki eğitim ve öğretim yılı bitip işten ayrıldığımda yapmak için bir fikir var. Zaten sosyal hizmet stajı var. Bakalım neler olur Allah kerim.
sanki kendim kurup bozup yapıp yıkıp yeniden inşa edebileceğim kurmalı bir oyuncağım. Hani robot olabilen arabaların daha üst bir varyasyonu. 
geçen yılın günlüğünü okurken kendim olacak mışım hangi kendim olmam gereken mi olmak istediğim mi annemin dediği mi babamın düşlediği mi yoksa bir zamanlar var olan ama unuttuğum benliğim mi?

2021 hedefleri bla bla
1- kafanı, odanı,  topla!
2- Güzel Türkçemizi güzel konuş. Günlük diline yeni kelimeler ekle!
3-Artık doktor olmayacağın netleştiğine göre yazını doktor yazısı olmaktan çıkar.
4-aş şu korkunu ve araba hiç olmadı motora bin.
5-1 klasik eseri ve eseri anlatan akademik çalışmaları oku.
6-sevdiğin yazara mektup yaz.
7-geçmişinde kalmış birine kartpostal at.
8-karavanla yolculuk yap.
9-günün ilk ışıklarında denize gir.
10- bir yarışmaya katıl!
11-Ağaç dik.
12-soy ağacı çıkar.
13-bir evsize akşam yemeği ver ve yaşamına dokun.
14- atıklarını azalt.
15-greenpeace hareketlerine katıl.



koleksiyon olarak kendimi toplamadığım zamanlarda barbie tarakları pullar çakıl taşları toplardım. hey gidi hey!

2020 kişisel kronolojim.
temmuz: 2.üni kararı verme
ağustos: Aile evine dönüş , işe giriş
eylül:işe başladığına pişman olma ve bir yıl tecrübe kazanma gözüyle bakmaya başlama
ekim ablamın evlenmesi ve içimde başlayan bir sızı
kasım: en yakın arkadaşımın nişanlanıp ee bir sen kaldıncıların ortaya çıkma
aralık:abimin askere gitmesi ve evde tek çocuk kalmam