28 Şubat 2021 Pazar

şubat ilhamları




Şubat ayı o kadar verimli bir aydı ki
okudum, izledim, dinledim, denedim ve çokça keşfettim. Bunun en büyük nedeni
bir çalışma alanı oluşturmak ve günlük rutinime üretkenlik saati koymak oldu. Her akşam
kendime sordum ben bugün zamanımı neye harcadım. Neler ürettim ve ne tükettim
diye.

Dinledim

Kuş bakışı

Ornitolog
Dr. Arzu Gülsoy Ergen'in hazırlayıp sunduğu programda kuşlar ile ilgili hem ilginç hem de
oldukça geniş bir yelpazede bilgiler yer alıyor. Bu yaz kuş gözlemciliği yapmak
istediğim için yaza kadar küçük de olsa bir hazırlık yapmak için bu programı
dostlarımızın yaşamına kuş bakışı bir gözlem yapıyoruz.
dinlemeye karar verdim. Arzu Hanımın açık ve duru Türkçesi ile bu minik 

Haftada bir tane ve özümseyerek dinliyorum. Bahsedilen kuşun literatürdeki
karşılığına yer verilmesi ayrı hoşuma gitti. Program Ntv radyo alt yapısı ile hazırlanıyormuş.
İnternetten baktığımda Ntv Radyonun bir derya deniz olduğunu görünce tamam
dedim. Mart ayında keşfedilecek bir sürü program buldum. Dinlemek için tık

Kahverengi yol panoları

İş kültür sanatın destekleri ile
hazırlan bir seri. Daha önce bahsettiğim yazı için tık

 

Bir şiir vardı

Şu an pek fazla şiir bulunmasa bile mevcut
şiirlerin seslendirilmesi oldukça başarılı. Şiiri dinlemiyorsunuz da yazarla
beraber yeniden yazıyor yahut yaşıyorsunuz benim en sevdiğim Nazım'ın yine
de iyimserlik şiiri.

Şiiri dinlemek için tık

 



Kardeşim

Sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana

Uçak sağ salim inebilsin meydana

Doktor gülerek çıksın ameliyattan

Kör çocuğun açılsın gözleri

Delikanlı kurtarılsın kurşuna dizilirken

Birbirine kavuşsun yavuklular

Düğün dernek yapılsın hem de

Susuzluk da suya kavuşsun

Ekmek de hürriyete

Kardeşim

Sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana

Onların dediği çıkacak

Eninde de sonunda da...

Nazım hikmet


Okudum

Ru

Kitabın adı Ru Fransızcada küçük
dere anlamını taşır, mecazi anlamı ise - gözyaşı, kan, para - akıtmaktır.

Ru Vietnamcada ninni, sallanmak anlamını
taşır. 10 yaşında Vietnam’dan göç etmek
zorunda kalan Kim Thúy'n hikayesini okuyoruz kitap boyunca. Boat people denilen
ve ülkesini, hayallerini geride bırakıp yaşama yeniden başlayanların hikayesi.
Böyle acayip kıyıda köşede kalan kitapları seviyorum.
Öyle karman çorman ki  yazarın yolculuğu esnasında ki sayıklamaları gibi.

Cesara Pavese

Tüm şiirlerini ve Güzel Yazı
okudum. Diğer kitaplarını merak etmekle beraber şiirlerini kitaplarından daha
çok sevdim.

Kadınlar pek
önemsenmez ailede.
Demek istediğim, bizde kadınlar evde oturup
bizi dünyaya getirir ve hiçbir şey söylemezler, hiçbir önemleri yoktur,
anımsamayız onları.
Her kadın kanımıza yeni bir şeyler aktarır,
ama hepsi bunu yaparken kendini tüketir ve biz, böyle yenilenmiş olarak,
varlığını sürdüren yalnızca bizleriz

Hani bazı insanlar vardır  ne söylese dinlemek istersin. Hiç sıkılmadan
yorulmadan. Her şeyden bahsedebilir size. Aynı merak ve ilgiyle her şeyi
dinlersiniz sizde. Ray Bradbury benim için öyle bir yazar. Onun o ilginç
taşıyışını seviyorum.
anekdotlarını, değişik fikirlerini, garipliğini acaip güzel bir şekilde

Eğer her gün
yazmazsanız zehir vücutta birikir ve ya ölmeye başlarsınız ya da delirmeye;
yahut ikisi birden

İzledim





Social dilemma belgeseli hakkında söylenecek pek çok şey var. 21.yüzyıl
insanın nasılda bir ürün olduğunu, internette saçtığımız onca verinin
yaşamımızı nasıl şekillendirdiğini görüyoruz. Dünya oluşan yönelimlerin, moda ve trendler dışında siyasi olayların ve hatta ülkelerin kaderinin nasıl
şekillendirildiğini görüyoruz.

Tales by Light en kısa tabiri ile çekilen bir fotoğrafın arka perdesini
bize gösteriyor. Sadece bir bölümünü izlememe rağmen içim sevgi ve merakla
doldu


19 Şubat 2021 Cuma

kaybettiğim çoğu şey

"Kimileri asla delirmez...
Hayatları cidden korkunç olmalıdır."

ilk ne zaman kendim olmayı bıraktım bilmiyorum. Ne zaman kollarımın etrafına  görünmez  ipler dolandı ve hareketlerime yön  vermeye başladı  hiç bir fikrim yok. Ne zaman karşı  konulmaz derecede acaip ve bir o kadar komik fikirlerimi hayli bir garip çılgınlıklarımı paketleyip  demir çuvallara  doldurup  yol kenarına  koydum  bilmiyorum.

Kendin  olmak ve onca şeye  rağmen kendin kalmak ne de zor. Küçük  bir çocukken el değmemiş benliğimi  bir yetişkinken sürdürmek  ne anlaşılmaz.

Yetişkin  kelimesi aynı  annemin buzluktan çıkardığı  tüm  o yiyecekler  gibi geliyor  bana. 

Bazen sokakta yürürken  cama yansıyan  aksime bakasım  gelmiyor.  O an o sokakta  var olan ve yürüyen  ben değilmişim  gibi.

Bojangles'i beklerken  kitabı  eğlenceli  uçuk  kaçık  ve hüzünlü  bir hikâye. Bu hikayeyi okuyunca  birden  dank etti. Ben tüm  o deli saçması  huylarımı Edward  makas eller gibi yüreğime  belki de zihnime takmış  ve tek tek kesmişim.  Kimsenin beni o   garip, bir nebze akıl  dışı  fikirlerimle ve düşüncelerimle b kabul etmeyeceğine  o kadar inanmışım  ki. Kimsenin, yeryüzünde  mevcud  hiç  bir insanın  birbirini  böyle  kabullenebileceği bir ihtimal olmaktan çıkmış zihnimde.

İnsan belki de çokca kendisini kendi  yapan kişiliğinin o küçük parçalarını bir bozukluk gibi düşürüveriyor üzerinden  o an fark etmiyorsun ama neden sonra ellerinde kumaş  havlarını ve ipliklerini avuçladığını fark ettiğinde  geri dönülmez  bir şekilde  kaybediyorsun.

Bir zamanlar  kim olduğunu  anımsayamamak ne ürkütücü.

Bugün neden daha önce  bir sirke kaçıp  ömrümü  yollarda ve tüm  o acaip  şeylerin kollarına  bırakmadığıma hayıflandım . üzerime  ütülü  formaları geçireceğime o dantelli garip kıyafetleri  geçirirdim.  Ama ne yazık  ki  hiç  sirke gitmedim pek çok  kez şehrime sirk gelse ve biletim olsa da hayvanlara karşı  olan sevgimden gitmedim.  

.

Doğan Cüceloğlu'nun canlı yayının beklerken ölüm haberini alınca şok oldum.  Öylece kalakaldım.

Şu şiir'i dinleyince bugün  aklıma Doğan cüceloğlu düştü. Şiir Ceyhun Atuf Kansu'nun. 24 yaşında yıkılan okul duvarının altında kalıp can veren köy öğretmeni Deniz Gökçe Şefik için yazılmış bir şiir. İlk okulda bu şiiri dinlediğimi anımsıyorum.   Döne döne dinledim. İçimde onup kalan buz dağını eritsin, gözlerimden akıtsın diye.

.

.

bir tavsiye:

Kahverengi yol panoları iş kültür sanattan çıkma bir podcast serisi. Türkiye’nin kültürel zenginliğinin izini sürebilirsiniz. Ören yerlerinden müzelere, anıt yapılardan sanat eserlerine kahverengi yol panolarıyla işaretlenen kültür varlıklarımız ekseninde gazeteci Emrah Kolukısa  bilim insanlarını sanatçılar gezginleri ve yazarları ağırlıyor. Müzelere gidemediğimiz şu zamanlarda bana çok iyi geldi.

 

.

 



14 Şubat 2021 Pazar

sevdiğim iki adam pavese ve orhan veli

                                    
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.

Sabah uyanınca sabit fikir dergisini karıştırırken  Cesare Pavese ve Orhan Veli'nin kitaplarının te'liflerinin düşeceğini okuyunca çok mutlu oldum. Böylece bir çok farklı basım ve uygun fiyata bulabileceğim. İkisini yanyana bir cümlede görünce bir garip oldum. sevdiğim  iki adam.
bugünlerde kendi küçük hayatım için oldukça mühim bir karar verip not uygulaması olarak notion'ı kullanmaya başladım. Önceden okuduğum kitapların alıntılarını 1000 kitapta kaydediyordum ama daha derli tolu olsun diye yeni bir arayışa girdim.Notion şu zamana kadar kullandığım uygulamalar arasında en sevdiğim oldu.

bu ay en sevdiğim bilim dergisi olan bilim çocuğa üye oldum. Gelip geçerken bayiden alsam da elimin altında dursun kendi arşivim olsun diye düşündüm.
çocukları seviyorum. hiç büyümeyeceğimi ve yetişkinlere mahsus öğretilerim olmayacağına öyle inanmışım ki. Tren olup merdivenden çıkarken sıradaki çocuklardan biri durdu. O durunca diğer vagonlarda durdu. Acelemiz vardı ve hızla sordum 'ne olduu?' 'öğretmenim tekerim patladı.'  
Eskiden kediler ve dedeleri çok benzetirdim ne zaman sokaka çıksan bir kedi yahut bir dede görürsün hep bir yere giderler derdim. Bu dedeler ve kediler nereye gidiyor gizli bir örgüt mü diye dalga geçerdim. Şu an çocukların ve delilerin o sınır koyulmamış zihinlerinin ortaklığını görünce hayrete düşüyorum. Bazen kendimi delilerle ilgili bir fıkrada gibi hissediyorum

O günden beri kimsenin uzay yolculuğu, panayırlar veya gorillere olan sevgimi eleştirmesine kulak asmadım. Ne zaman biri konuşmaya başlasa dinozorlarımı toplayıp odayı terk ettim.

ray bradbury

hafta içi okul ve ev arasında geçiyor. Çocukları sevsem de okul yönetimini ve önceliklerini( veli memnuniyeti ve devamlılığı) tasdik etmediğim için  okulda bir doyum elde edemiyorum. Önceliğimiz sözel olarak eğitim fakat asılda veli memnun etmek bu minvalde bir veli gelip program hakkında yorum yapıp tüm düzeni alt üst edebiliyor. Bu verimimi ve iştahımı kırıyor işimi sevgiyle değil nefretle yapıyorum. Çocuklardan verebileceklerinden fazlasını istemek zorunda kaldığım bir program ve bolca stresle günün tadını çıkaramıyorum. Gidip müdire ile konuştum. Çocukların gelişim alanlarının üstünde bir program olduğunu ve verim alamayıp çocuklar ruhsal olarak incitmekten korktuğumu söyledim. Dinledi ama dediklerimi duymadı. En azından kalbiyle duymadı beni. Hatayı programda değil bende buldu. Yönetimin yok dedi. İdeallerim ve mesleki düşüncelerimle uyuşmayan bir sistem var. Veli odaklı öncelik veli çocuk değil. Bir şey ortaya çıksın da nasıl olursa olsun düşüncesindeler. Okul eğitim olarak bulunduğum yerde en iyilerden.(kime göre ve neye göre?) En iyi imkanlara ve maaşa sahip. Ne zaman okuldan feryat etsem annem senin yerinde olmak isteyen bir sürü insan var diyor. sonunda patladım. ''Benim yerimde değil. Benim vasfımda. Çalışan olmak isterler ama benim okulumda çalışmak istemezler.'' dedim en azından kendince prensipleri olan insanlar.  

Neyse ki sevmediğin bir işin olunca zamanın değerini iyi biliyorsun. Okul çıkışı en sevdiğim zaman hele birde günlerden cumaysa. Hava güneşli ve çantamda kitabım varsa. İki dakika mesafeye yürüyüp çimlerin üzerine oturup akan nehri izliyorum. Bazen koşarak eve gitmek ve uzaklaşmak istiyorum hafta sonları zeytin agaçlarının ve nergislerin arasına karınca yuvalarına ve yoncalara basmamaya özen göstererek oturuyorum. Yığıyorum kitapları çay, su, kahve ne varsa alıyorum yanıma. Annem ve babam serada işlerini hallediyor bende güneşin toprağın tadını çıkarıyorum. Kalkıp biraz onlara yardım ediyorum. Marul ekiyorum biber topluyorum ördekleri kovalayıp coni-köpeğimiz- peşimden koşturuyorum. Önceden yasaklar gelmeden babamlar hafta sonu bahçeye uğrar oradan denize geçerdik. Ya kahvaltıyı yada akşam yemeğini denizde yapardık. Ama işte şu yasaklar. Neyse ki bahçeye bile olsa gelebiliyor bir toprağa basabiliyorum.

herhalde ben bir yerde hırsımı kaybettim. Onu lisede bir deneme sınavında dereceye giremeyince bıraktım. Hatta öyle ki normalde ilk 50de oldurdum o zaman kaydırma yapmış ve listeye bile  girememiştim. İşin ilginç yani bir daha ki sınav birinci olmuş oldukça yüksek mevkilerden takdir almıştım. Ama matrix'te hapı alıp uyanan nema gibi yada tavşan deliğinden geçen Alice gibi bir şekilde bir şeyib farkına varmış ve bütün hırsımı beklenmedik bir şekilde kaldırım kenarına yahut sıranın altına buruşturup attım. Şimdi annem ne kadar kızsa da kardeşime diyorum İtü yıldız teknik önemli değil sevdiğin işi  yap. Bütün yaşamını hırslarla en iyilerle doldurma  diyorum.

Mandıra filozofu kelimesi gelince aklıma gülüyorum. Buralarda bir sütçü abi var. Adam aslen Denizlili inekleri çok sevdiği için orada ki düzenini bırakıp buraya gelmiş. sırf  inekleri sevdiği için. Evini işini düzenini. Almış ailesini gelmiş. Adam mutlu istediği şey inek bile peşinden koşmuş.

Birde bir berber var. Yıllardır aynı köşede aynı görünüşte her yer değişse bile o aynı kalmış. Fakat bu aynılık beni boğuyor. Galiba korkuyorum yıllar sonra aynı şeyleri düşünen aynı şeyleri yapan bir insan olmaktan.

Olmaz demi çok okursam mesale Tanpınar mesala Calvino,Aytmatov, Nabakov her sesten her telden okursam görüşüm dört mevsim gibi değişir demi ? sonra ben aynı yerde kalsam da aynı olmam demi?


                                        
O zamanlar kendisiyle çok iyi arkadaştı. Sabah uyanır, yataktan atlardı, bedenini ve eski düşüncelerini yeniden bularak. Dışarı çıkmaktan hoşlanırdı, yağmura bırakarak kendisini ya da güneşe, yıldızlara bakm aktan, apansız beliren insanlarla konuşmaktan zevk alırdı. Baştan başlamayı bildiğine inanırdı, son güne dek her yeni günle birlikte mesleğini değiştirerek. Büyük yorgunlukların ardından oturup sigara içerdi. En büyük zevki, yalnız kalmaktı.
cesara pavese
 

5 Şubat 2021 Cuma

çağdaş yaşamda zaman sorunu




Amerikalı bir subayın, başkentin yüz kırk beş kilometre güneyindeki küçük bir şehir olan Kufa’da doğaçlama bir alışkanlık modifikasyon programını yürütmekte olduğunu ilk duyduğumda, Irak’a geleli neredeyse iki ay olmuştu. Ordunun bu binbaşısı şehirde çıkan son arbedelerin videokasetlerini analiz etmiş ve onlarda şöyle bir pa-tern (ortak davranış şekli) saptamıştı: Şiddet genellikle, İraklılardan oluşan bir kalabalığın bir meydanda veya başka bir açık alanda toplanarak birkaç saat içinde giderek büyümesini takiben ortaya çıkıyordu. Etrafta yiyecek satıcıları dolaşmaya, seyirciler boy göstermeye başlıyordu. Derken birinin bir taş veya şişe atmasıyla birlikte kıyamet kopuyordu.

Binbaşı, Kufa’nm belediye başkanıyla bir araya geldiği zaman tuhaf bir ricada bulundu: Yiyecek satıcılarının meydanlara girmesine mani olabilirler miydi? Tabii ki, dedi belediye başkanı. Birkaç hafta sonra Kufa Mescidi yakınlarında küçük bir kalabalık toplandı. Öğleden akşama kadar kalabalığın boyutu giderek büyüdü. İçlerinden bazıları öfke dolu sloganlar atmaya başladılar. Ortalığın karışacağını sezen Irak polisi, üsle telsiz bağlantısı kurarak Amerikan birliklerinden destek istedi. Akşam karanlığı çökerken kalabalık huzursuzlan-maya ve acıkmaya başladı. İnsanların gözleri, normalde her akşam meydanı dolduran kebap satıcılarını aradı, ama görünürde hiç satıcı yoktu. Seyirciler çekip gittiler. Slogancıların keyfi kaçtı. Akşam saat 8 olduğunda meydanda kimsecikler kalmamıştı.
(Charles Duhigg/Alışkanlıkların  gücü)

İstikrarlı olduğum tek konu istikrarsız oluşumdur. Evde her türden hobi malzemeleri bulunur. Bir dönem delicesine bir şeye merak sarıp sonra peşini bırakırım. Bu yıl kendime ciddi ciddi güzel alışkanlıklar kazandırmak için popüler kültürün meyvesi olan noktalı defterlerden aldım. Kendimce çizdim. savruk bir kaç harf çiziktirdim ve nizam ve intizam içerisnde gelen şubatı karşıladım.

Çağdaş yaşamda zaman sorunu çağdaş sanattaki anlam sorunu ile uzaktan kuzendir. Aralarında ki kan bağı dna testi lüzüm göstermeyecek şekilde bariz apaçıktır. Konumuz ne yazık ki çağdaş sanatta anlam sorunu değil zira öyle beylik laflar edemem ben. Konu çağdaş yaşamda anlam sorunu.
ilk kez kütüphaneye gittiğimde çıldıracak gibi olmuştum 5 kalın kitap -içinde bi kaç ansiklopedi de vardı- almış ve alamadığım diğer kitaplar aklımda kalarak eve gitmiştim. Bir anda bu kadar fazla kitaba erişebilir olmak küçük bir ilçede yaşayan ve emekçi bir ailenin kızı olarak beni delicesine mutlu etmişti.
Fakat bir şey oldu ve ben bu kadar fazla kitaba sahip olmanın verdiği verimsizliği fark ettim. Kitapları su gibi içiyordum. Her an her yerde hatta evden okula gider gibi okuyordum durup düşünmeden, düşünüp anlamadan, anlayıp özümsemeden.
Evimize internet bağlandığında yine aynı şey oldu. Aman Allahım sonsuz bir deniz ve sınırsız. Geri dönüp bakılınca bir kaç fan sayfası için öyküler yazmak imbd puanı 6,7 olan romantik komediler izlemek, bir ara beni bir sıtma gibi tutan korecanlık meselesinden başka elle tutulur hiç bir şey yok.
Entektüel(!) kişiliğim birden kayboluyor o hedonik bir kimliğe bürünüyordum.
sonra üniversiteye geçtiğimde ve ilk kez elime o kadar yüksek bir meblağ geçtiğinde 1 aylık harçlığımı 1 hafta bitirmiştim
gerçekten dönüp bakınca sadece metaaları değil arkadaşlarımı bile tüketmişim.
Tüm bunları tüketirken varolmamın dayanılmaz ihtiyaçlarını yerine getirdiğimi düşünürken aslında varoluşumu yok ettim. Odam o kadar eşyayla doluydu ki orada bana ve düşünmeye yer yoktu.
*İnsanların birbirleriyle alışverişte bulunacakları düşünceleri olmadığı için, iskambil kâğıdı alıp verirler ve birbirlerinin parasını almaya çalışırlar. Ah, acınası insanoğlu!

öğretmen arkadaşlarla çok bunaldığımız bir zaman işten eve gelirken hepsi A101 şok ve bime uğradığını söylemişti. sona buna bermuda şeytan üçgeni adını verdim. İçimde akıntını tersine yüzme refleks vardır. Bu muhabbetten sonra bir daha bu üçgene girmedim. Broşürüne bakıp ihtiyaç listemde olan bir şey varsa anca o takdirde uğrarım dedim.
*Sokrates, satılmak için sergilenen lüks mallara bakarak, b"Gereksinmediğim ne çok şey var" demişti.
Bu yazı kafam gibi karman çorman oldu.
hülasa almayı bıraktım. Alışkanlıklar ile ilgili yukarıda alıntı yaptığım kitabı okudum ve alışkanlıklarıma bir çeki düzen vermeye karar verdim.
Zaman en değerli şey ise onu harcarken paramızı harcadığımızdan daha dikkatli olmamız gerekmez mi?
bu sebeple pandeminin güzel getirileri olan online erişimler ile ilgili bir plan yaptım. Canlı yayınlar, online kurslara üye oldum. Akşam işten bitik gelip internette kaybolmayı bıraktım.
*Peki boş zaman çoğu insana ne getirir? Onu dolduracak duygusal hazlar ya da budalalıklar bulunmadığı sürece, can sıkıntısı ve atalet. Boş zamanın nasıl bütünüyle değersiz olduğunu, onların bu zamanı nasıl geçirdikleri gösteriyor: Boş zaman, tam da Ariosto'nun dediği gibi, cahillerin can sıkıntısıdır. Sıradan insanlar sadece zamanı geçirmeyi düşünürler; herhangi bir yeteneği olan kimse ise ondan yararlanmayı düşünür
Birde kitap alma olayı var ki ona şöyle bir çözüm buldum. Liste yapıyorum ve e kitap okuyorum.
Mümkün mertebe listemin dışına çıkmıyorum.
Türk telekom kullanıcılara özel E dergi diye bir uygulama yapmış. Dergi okumalarımı oradan yapıyorum.
Yaşamıma çekidüzen vermeye çalışıyorum. Annem bir defter ve liste yapmak mı çekidüzen diye hayıflanıyor. Her kız annesinin hayali. Aşağıda ki kolaj bütün fikirlerimin bir yansımasıdır.


*Arthur Schopenhauer
Yaşamın bilgeliği üzerine aforizmalar