Beni en çok iten şey acı mı acaba. aylardır yazmadım bloga. acı tatlı şeyler yaşadım. çok güzel bir başlangıç yaptım öyleyse neden yazmadım onca zaman. ya da ne oldu da yine yazarken buldum kendimi.
yazmadım çünkü yazmak da okumak da beni götürmedi bir yere. eski hayatıma dair ne varsa sevdiğim, aradığım, umduğum bulamadığım bir cumartesi sabahı enerjisi ile toplattım attım yol kenarına.
arkadaşlarımın düğünlerine gitmedim. sevdiğim podcastleri dinlemedim. kitapların kapağını açmadım.
öyle durdum işte. öylece boylu boyunca. 27 yaşımın başında 17 yaşında okuduğum bir öykü dönüp durdu. 27 yaşına gelen iyi bir işi ve ilişkisi olmayan o adamın öyküsü. umutla dolan taşan yarınların bana avuç dolusu güzelllikle geleceğini bekleyen ben, o zaman acınası bulduğu o karaktere dönüştüğümü düşündüm.
en zehirli öyküler bir anda tüm yaşamı olumlu şekilde değişen öyküler. aksine olabilir bir gecede karabilir hayatını. ama tam tersi. mutluluk bir sabahta gelmez insana. bir sabahlığına gelebilir. ama sonra geçer işte.
neyse sonra ne oldu da başladım yazmaya. bir kız gördüm bisikletin üstünde. o kadar acı çektim ki. bir anda 27 yaşında olduğumu. hiç bisiklet almadığımı. son bilmem kaç yılın listesine tekrar tekrar yazdığımı. ama bir türü alıp binemediğimi. böyle devam ederse tolstoyun bisikleti argümanın yaşamıma taşıyacağımı fark ettim.
neyse güzel haberlerim var. iyi bi işe girdim. gidecek yolum var. ama iş yoğum kafam rahat maaşım iyi. yine de akademik olarak kendimi geliştirmem gerekiyor.
demesem içimde kalacak. platonik olduğum bir zaman yolumuzun kesişeceği ve beni çok seveceğini düşündüğüm o oğlan sözlenmiş. kafede arka masam da oturan annesinden duymam. çok garip.
kırmızı bisiklet, kafede arkamda dönen sohbet.
anlıyorum. anlıyorum efendim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder