30 Mart 2021 Salı

yaşamın saç uçları haftalık anatomi#4


Geçtiğimiz hafta ruhen ve bedenen yorucuydu.  Yarın yine yoğun bir gün olacak. Haftalık zinciri kırmamak için Hadi dedim Nil iki kelam et. Bu haftalarda bedenen yorgunum okuldan zar zor gelip kendimi yatağa atıyorum. Nöronlarım kafa karıştırıcı beyin uçurucu bilgilere aç viyaklıyorlar. Bende komünist manifesto yahut Prens(Niccolò Machiavelli )  okuyorum. 
Hafta sonu bile yataktan çıkmak istemedim. Keşke çıkıp biraz hava alsaymışım 
çünkü Antalya tekrar kırmızı oldu ve yasaklar başladı. Bu işin sonu nereye varır ekonomi ülkenin gidişatı ne olur bilmiyorum. 
Belki çok ilgimi çekmese de aromoterapi yahut ziraat gibi bir işle ilgilenebilirim. Bbc'nin bir videosunda Hollanda tarımda nal dünya devi oldu diyordu. Videonun kapağında kullandıkları makine uzay filmlerinden fırlamışa benziyordu. Aynı yer kürede farklı çağlarda yaşıyoruz. Ne garip gerçekten.
Abim ziraat okuyup gelinde mantar yetiştiriciliğine merak salmıştı. Bir çok arkadaşını organize edip belediyeye dilekçe vermişler, kurs talep etmişlerdi. İşin komik yanı belediye talebi kabul etti, dersler başladı. Fakat abim askerde:) Babam ben gideyim o zaman dedi ve derslere kaydoldu. 
Okulun bitmesine üç ay kaldı. Mutluyum bahar geldi. Arthur Schopenhauer,  mutluluğun beklenilen neşeli bir haberle değil de  biten uzun süreli bir can sıkıntısının ardından geldiğini söylüyor. Bu hipotezi denememe son 3 ay.
Oscar Wilde ilginç biri. Düşündüren sorgulatan bir yanı var. Fakat ben ayrıcalıklı bir eğitime tabi olup sanat sanat içindircilerden ziyade yaşamın saç uçlarından tutup savaşıp sanat toplum içindir diyenleri daha çok severim.
Aamir Khan 3 ıdıot filminde istediğin tişörtü giy  ve üniversitede istediğin derse gir gibisinden bir laf etmişti. Mümkün olsa keşke oturup amfi sıralarında siyasi bilimler fakültesinin adını bilmediğim derslerini dinlesem. Belediye başkanı olmaya niyetim yok. Tek isteyim bir vatandaş olmak. Propagandalarla değil kendi aklının yetileriyle yetinen türde bir vatandaş.

Öğrendiklerimi ikiye ayırıyorum.. Önünde durduğum parçası bilgimdir. Önüme alabildiğim parçası kişiliğim.. Beni bilinmeyenlere hem götüren hem de direndiren gücüm.

 

23 Mart 2021 Salı

kahrolasıca para yahut herşeyi satın alabilirmişiz hissi!

 


Bu fotoğrafı daha iyi bir açıyla farklı bir Iso ayarı ile daha güzel çekebilirdim muhakkak. Fakat artık bir şeylerin en hoş yerlerini çerçevelenip en doğal yerlerinin dışarıda kalması yetti de arttı! Doğrusu tek sebep bu muydu yoksa kulübeye yaklaşmaya mı erindim bilmiyorum. Ama çay ocağı yazısında ki sıcaklık içimi sardı bu sebeple dahi olabilir.  -saçları uçuşan palmiye ağaçlarından da anlaşılacağı  gibi fotoğrafı çektiğim gün oldukça fırtınalıydı.-

Bu hafta Can yayınları kısa klasikler serisinden aldığım kitaplar geldi. Farklı konularda yaklaşık 10 kitap.  Daha onları okumaya başlamadım Şimdi Maistre'nin Odamda yolculuk kitabını okuyorum. Oldukça maceraperest yazarımız bir düello ceza sonucu   40 küsür  gün evde mahzur kalınca evin odalarına bir yolculuk düzenler ve ortaya odamda yolculuk kitabı çıkar. Biraz Hüseyin rahmi'yi anımsattı bana muziplik ve sivri dillilik çeviride kullanılan kelimeler beni böyle düşündürttü zannımca.

Geçen hafta bir mum ve bir fincan aldım. Mumla kitap okumak çalışmak popülerizmin bir ürünü gibi geldiği için itici gelirdi. Ama sonra dedemlerde kaldığımız zamanlar kullandığım bir mumun benzerini bulunca aldım. Krem rengi uzun ve kıvrımlı mumlardan. Köyde çok sıkılırdım ve lambalar kapanıp dedemin yatağının yanında serilmiş döşeklerde yatarken dedem o mumun ışığında bir şeyler okurdu. Bize değil kendi kendine. Belki çok kez tekrarlamasa da bu sahne çocuk aklıma boğucu karanlıktan kurtulmanın bir kitapla mümkün olabileceğini kazımış.

Bu aralar hedonik davranışlar sergiliyorum. Gün sonunda gözlerim balon balığına dönmüş ve elime geçen tek şey var olmamış zamanda var olmamış alemlerde yaşayan insanların uydurma hikayeleri olan çin işi pembe dizilerle geçirmek olunca tüketiyor muyum tükeniyor muyum bilmiyorum.

Bence en tehlikeli sınıf karl max'ın tabiri ile  proletarya  sınıfı. Hani şu bir mekana gidince garsano bir taksiye binince şoföre isteidği gibi davranma hakkına sahip olan insanlar. Tabi bu proletarya sınıfına  mahsus haller değil elbet.  Demek istediğim, mesala bir çocuk kafasını dolaba çarpıyor ve öğretmenim kafamı yere bakarak yürüdüğüm için çarptım diye bana koşuyor, aile öfkeyle okula gelip kamera kayıtlarını verin ulenn diyor. Yani ben 7 aydır hergün seninle iletişim kuran senin çocuğun her türlü ruh halini seninle paylaşan, gelişimin destekleyen biriyim de mi ?Ben çocuğun kafasını çarpıp korkuyla bana açıklama yapmaya çalışmasını yadsıdım ilk başta  ama sonra anladım. Aile çocuğu cam bir fanusa katmış ve çocuk fanusun dışarlarına çarpınca korkmuş. Keşke yoğurt kovasına koysalarmış çocuğu.

Elbette ki bende çok üzüldüm çocuğa ama çocuk bu demi yüreyen bir çocuk düşebilir, çarpabilir. Ailenin takındığı o saygısız ve güvensiz tavır beni üzdü.

Bugün baya başımı ağrıttı bu olay. Bir çok dizilişte kısa, anlamda ağır laf işittim. Annem ben o kadar para verip özel okula göndersem böyle bir şey olsa benim de canım sıkılır dedi. Yahu anlıyorum şu kahrolasıca para için türlü çileler çekiyorsunuz tamam  Ama azıcık paranız olunca her şey mübah gibi niye davranıyorsunuz?  Bilmiyorum keşke insanlar çocuk yapmadan önce bir dizi  ebeveynlik ile ilgili sınava  tabi olsalar.  Doğrusu o sınavlarda torpille olur ve parasız kalan alt sınıfın nesli tükenir. Gerçi alt sınıfın nesli tükenmez bir şekilde en aşağıları dolduracak biri bulunur.

Bazen böyle su içmek gibi devamlı okumayı sevdiğim distopik eserleri bir kenara bırakıp yahu zaten şu an dünya bir distopya diyorum. Ama işte yeryüzüne dayanmak için bir şeyler ihtiyaç duyuyor insan.

2 temmuz okul sezonu bitecek. Ben beş parasız ve bahtiyar olacağım. Bakıp mavi göğe ve yeşil yerküreye işte Nazım'ın şu dizelerini mırıldanacağım;

Bugün pazar.

Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.

Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün

Bu kadar benden uzak

Bu kadar mavi

Bu kadar geniş olduğuna şaşarak

Kımıldamadan durdum.

Sonra saygıyla toprağa oturdum,

Dayadım sırtımı duvara.

Bu anda ne düşmek dalgalara,

Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.

Toprak, güneş ve ben...

Bahtiyarım...

 

bu şiirde benden bugüne;

Mesela çocuğunu cam fanusa sıkıştıran bayan
Benim zamanımı ve ilgimi satın alabilirsiniz çocuğunuza
fakat onurumu ve haysiyetimi
yahut dürüstlük ve doğruluğumu
ne kırışmış paranızla alabilir
ne cam fanuslarınıza katabilirsiniz.

16 Mart 2021 Salı

geç bırakılmış bir haftanın anatomisi

 

(ırmak ve denizin buluştuğu yerdeki sazlıklar)
Mutlu anlar koleksiyoncusunun haftalık pazartesi serisini çok seviyorum.  Geçen salı haftanın anatomisini yazdığım için salı gününden devam edeyim dedim.

Müdire ile konuştum. İşimim tutkum olmadığını daha çok kendimi bulabileceğim bir iş aradığımı söyledim. Çok şaşırdı. Hiç beklemediğini uzun vadede benim hakkımda hayalleri olduğunu söyledi

Kuzenim aynı okulun başka bir şubesine başvurdu. Belki önümüzde ki yıl ben çıkınca o girecek. Hayat garip. Teyzem bir işten çıkacağım diye ağlıyor bir gireceğim diye dedi haklı. 
Bana gelin saydım 77 iş günü kalmış abim askerden gelecek. Kardeşim üniversite sınavına girecek. Aynı dönemde ben işten çıkacağım.  Hepimiz için yeni bir sayfa açılacak.
Özgürlüğünde bazı getirileri var biliyorum. Fakat örümcek adam satarak ömrünü geçiren şu adam gibi kederli günleri bile bir şekilde sahiplenebilirim. 
Hafta sonu ablam vardı. Beraber çarşıya gittik. Taşrada avmnin yerini çarşı alır:)  Kendime bir mum bir fincan aldım. Uzun kıvrımlı bir mum küçükken çalışırken kalem bitirmeyi severdim. Şimdi mum. Bende eriyeceğim şu kitapların arasında kaybolacağım diyorum kendi kendime. 
Can yayınları kısa klasikler serisinden oldukça aforizma dolu bir kitabı bir ay boyunca severek okuyunca tamam dedim benim hayal ettiğim beynimin tozlarını üfleyecek durmadan konuşan arkadaşlar işte bunlar. sonra  seriden 12 farklı alanda kitabı sipariş ettim heyecanlıyım.
Özdemir Asaf'ın kırılmadık şey kalmadı kitabının altını çizmeye devam ediyorum.
havalar iyi ve güzelken sıcak oda köşelerini arayan, sobalara, mangallara, güneşlere yanaşan kedim, havalar soğuyunca rüzgârlara, yağmurlara, çamurlara atıldı. Demek dışından gelenlere değil içinden gelenlere göre yaşa-yor benim kedim, dedim. Aslında bizler de onun gibiyiz. İçimiz... Ne yoksa orada yok. Ne varsa orada var.

Olağan psikopatlar diye bir kitap okumaya başladım. Nitekim bir ortaöğrenim kurumunda çalıştığım bir dönem olmuştu. O zaman o çocuklardan en azılı olarak tarif edilenler ile en numunei timsal olarak gösterilenlerin ortak yönlerini görüp hayrete düşerdim. Bu konuda yapılmış bir bilimsel araştırma olması hoşuma gitti.(daha doğru bir değil bir çok)
Helen Morrison'ın güzelce ifade ettiği üzere, bir psikopatın yazgısı; genleri, aile geçmişi, eğitimi, zekası ve önüne çıkan fırsatlar da dahil olmak üzere pek çok etkene bağlıdır. Ve tabii bu etkenlerin birbiriyle olan etkileşimine.
Bu sıralar okuma değil de izleme havamdayım. Tarkovski ciddi anlamda ilgimi çekiyor. Adam sinemanın Diyojeni. Bir fıçının olmasada kendi sinema kültürünün içinde yaşıyor. Hem de Rusya gibi bir yerde.
Kendimi çok sıkışmış hissettiğimde hadi bir şey üret nil diyorum. Kalkıp bir tarif deniyor, bir alanı düzenliyor yada her gün yaptığım bir şeyi daha farklı nasıl yapabilirim diye soruyorum kendime.
Karşı bahçede boş bir arazi bir badem ağacı var. Altına gidip kitap okuma fikri düştü kalbime. Fakatt hafta içi yapılacaklar listesi o kadar kabarık ki roman karekteri ruhum modern insan görevlerini bırakıp yapamıyor bir türlü.
Neyse kitap kargosu beklemek ne hoş! Kitapları almak koklamak ve okumak ne hoş!Acaba Faik sadece yazmasa mı deli olurdu? Aman Ya Rabbi okumasam deli olacağım!
Yahut okurken mi deli olcağım?


9 Mart 2021 Salı

geç kalmış bir haftanın anatomisi

Şubat ayı çok verimli geçmişken bu ay yine varoluşsal krizlerim nüksetti.Beni bu varoluşsal sancılar mahvetti. Hatta öyle ki kitap bile okuyamadım. İçimdeki zehri kusmak için bile yazamadım. İnsan ne olursa olsun kendini kandıramıyor bir yerde bir şekilde patlak veriyor içinde tuttuğu şeyler. Pazar günü kalktım sevdiğim bir vlogger'ın bir Rus pankek tarifini denedim. Birde reçel yapasım var. Hiç mutfakta bir şeyler yapmayı seveceğim aklıma gelmezdi. Yemek tarifi defterime deneyip tutturduklarımı yazıyorum. Bir yandan şiir dinletileri açıyorum hoşuma gidiyor şiir yapar gibi kurabiye yapıyorum.

.

Jose saramago bi acaip sevgi duyduğum yazarlardan. Ama sadece kırmızı kedi yayınevi basıyor ve sarı cırtlak renkli kitapları kütüphaneme koyasım gelmiyor. E kitap üzerinden okuyorum. Bir şiir kitabı var. Belki de neşe diye. Bir dize rastladım onda ne çok sevdim

 Zamanın kucağında tortop oluyorum: Günler geçip gidiyor uyuklayarak 

Bu dize yıllar yılı içimde dönüp duran Ahmet Hamdi'nin şu dizelerinin yerini aldı. Ne içindeyim zamanın ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında; yekpare, geniş bir anın parçalanmaz akışında. 

1984 ile Cesur yeni dünyayı çapraz okumaya başladım. Neil postman tv öldüren eğlence kitabında bu iki kitabı güzel bir şekilde karşılaştırmıştı. O zamandır aklımda.

Bir çalışma grubuna üye oldum. Kütüphaneler gidemediğim ve sevdiğim şeylere zaman ayırmakta zorlandığım şu günlerde baya iyi geldi. Zoom üzerinden pomodoro tekniği ile çalışıyoruz. Pomodoro sadece kendimi bir şeylere zorladığım zamanlar iyi oluyor. Onun dışında sevdiğim bir şeyse zaten bir başlayınca bırakamıyorum.

En yakın arkadaşımın  yazın düğünü var. Şimdiden bir şeyler bakmaya ve kaliteli ve zamansız bir şeyler aramaya başladım. Kuzenler, komşular, arkadaşlar farklı alanlardan eşin dostun düğününde ne giyeceğim derdi yaşamak istemiyorum. Kalay kombinlenen moda olmayan kült parçalar almaya karar verdim. Rengin bile modası olur mu? oluyor işte. Rüzgar Mira Okan'ın bir kitabını okuduğumda bir aydınlanma yaşamıştım. Bir başkasında yahut vitrinde güzel görüp alma eylemine son vermiştim. Boyum pek uzun olmadığı için çok sevdiğim oversizeların içinde kaybolup gidiyordum. Ama internette bir şey gördüm topuğun altına takılan silikon bir şey. Ay aman çok heyecanlandım. Hemen alacağım. Umarım rahattı. Lensler gözlükleri sevmeyen ben için 21.yüzyılın en iyi icadıydı. İkincisi bu oldu. Tabi kitaplar ve yazı  yüzyıllar evvel icat edildiği için onu bu altın kızlar muhabbetine dahil etmiyorum.

 

Özdemir Asaf'ın çokça felsefi bir kitabı olan kırılmadık bir şey kalmadı kitabını şaşkınlıkla okuyorum. Nasıl oldu da rastgelemdim diye şaşırdım eh tabi çokta sevdim. Kendim varoluşsal sancılar çektiğim yetmez gibi bu acıyla kıvranan bu acıyla konuşan yazan herkesi zevkle izlerim

 Yaşamak, benim gerçekten yitireceğim bir şeydir.. Ya da, beni kesin yitirecek bir şeydir.

Yarın okulda nöbetiyim erken yatmalı çok yol almalıyım. Müdire ile konuşup gelecek dönem devam etmeyeceğimi söyleyip kafamda bir şeyi bitirmek istiyorum. çocukları elbette ki seviyorum ama sadece kendime keşke daha önce bir iş tecrübesi yaşasaydım keşke başkalarının gürültüsünün kendi iç sesimi bastırmasına izin vermeseydim diye hayıflanıyorum. Annem sigortan var maddi imkanın var diyor. Aklıma Hüseyin Rahmi'nin  Ben Deli miyim? kitabında annesiyle tartışıp duran Şadan geliyor .

Ve soruyorum kendime acaba ben delimiyim?

Akıllı olmak ne büyük ahmaklık, ne yürek yakan sıkıntı ya Rabbi'm.