27 Ağustos 2024 Salı

ilk rüyam


(yapay zeka ile oluşturuldu)


Küçük, küçücük bir kızken Unutacak mısın yüreğim Bir kurdele bir pabuç yüzünden Unutacak mısın yüreğim Kırmızı Karanfil

Annemin eski çay kutularında biriktirdiği düğmeleri vardı. renk renk düğmeler. ne zaman evde yapacak bi şey bulamayıp sıkılsam dökerdim onları. ne garip şimdilerde ne zaman sıkılsam oturup bi şeyler yazacak olsam çocukluğuma gidiyor aklım. ufak tefek önemsiz şeyler üzerinden geçen zamanla bir nostalji tozunun altında kalıyor. altın tozu sanki o. baktıkça daha da hoş geliyor gözüne.

ne garip çoçukluğumuzda yaşadığımız onca anı arasında neden bazılarını seçip hiç unutmayız. böyle çok normal gözüken zamanları bize hatırlatan o anı özel kılan ne ki. hatırlayabildiğim en eski anıyı düşündüğümde ilk gördüğün-hatırlayabildiğim demek daha doğru- rüya var. Anneme gidiyorum. doktor bir tilki gördüm. ağaçlar vardı diyorum. o da o gördüğün şey rüya. uyuyunca görürsün diyor. rüya ne demek öğreniyorum.

annemler televizyonda bir film izliyor. bana sen git yat bu korkunç diyorlar gidermiş gibi yapıyorum. kapıdan gizlice bakıyorum. beyaz saçlı korkunç bir kadın çığlık atıyor. korkuyorum.

annem namaz kılıyor. dışardan bir köpek geçiyor. minik mıknatıslar var. birini ağzıma atıyorum. dişlerim arasında çeviriyorum. acaba ses de yutulur mu diyorum. bu ses benim içime girer mi sesin bir tadı var mı. annem bu sesi duyuyor mu. annem selam verip gelip ağzımdan çıkartıyor.

ablam abim okula başlıyor bende başlıyorum annem odamıza çalışma masası yaptırıyor. uzun duvara monte bir masa. artık hayatım düzeldi diye düşünüyorum.

aynı odanın duvarında bir raf var. üzerinde bir radyo. adile naşit tatlı sesi ile öykü anlatıyor. onu dinliyorum.

annem evde yok. evde kim var bilmiyorum. elbiseler yatağın üstünde katlanmayı bekliyor. uyanıyorum etrafımda elbiseler. onlara sarılıyorum. kendilerini yalnız hissederler diye üzülüyorum.

hatırladığım en eski anı ne diye konuşuyor büyükler. evin damındayız. bende kafamı sarkıtıp uçuşan çiçekli eteğime bakıyorum. benim anım bu olabilir mi. düşünüyorum düşünüyorum daha eskisini bulamıyorum.

blade runner diye bir film vardı. anıların gerçek olmadığı. onları gerçek sandığın insan mı robot musun bilemediğin. bir anıyı hatırladığımız da  onu yaşadığımız zamanı değil onu en  son hatırladığımız anı anımsarmışız. ne garip. bir olayı bir grup insan farklı anımsayabiliyor. anılar güzel. ama artık hükmü geçmiş eski paralar gibi. anlar daha kıymetli bunu hatırlatmam gerek kendime.

17 Ağustos 2024 Cumartesi

Bcp Temmuz/ Mutsuz Olmak Wilhelm Schmid




Bcp Temmuz konusundan en çok ilgimi çeken psikolojiydi. Psikoloji kitapları okumak her ne kadar zevkli olsa da bir zaman sonra sürekli kendini deşerken, olayları derinlemesine analiz ederken buluyorsun kendini. Kendi kendine teşhis koyman yetmezmiş gibi Yarım doktorun candan etmesi gibi sürekli psikoloji kitabı okuyan ve sonra da psikolog gibi teşhis yapıştıran insanlarla doldu etraf. Matbaa icat edilince sevinen kesimin aklına cehaletin de kitaplar aracılığıyla yayılacağı gelir miydi bilmem. Bu yersiz çıkışımın ardından kitaba gelmek istiyorum

Bu ay okuduğum kitap  Wilhelm Schmid'den Mutsuz Olmak kitabı. Wilhem beyin iletişim yayınlarından bir hayli kitabı çıkmış. Kendince bir kitlesi var. Kendiyle dost olmak kitabını zor bir zamanımda okumuştum ve bana iyi gelmişti. Bu kitabı da bir heves okumaya başladım. Ama okurken sürekli bir tanıdıklık hissi verdi satırlar. Günümüzde mutluluğun satıldığı, kedere izin verilmediği oysa ki insan tabiatının kedere de muhtaç olduğu tarzında söylemler vardı. Sonra Arthur Schopenhauer'ın Mutlu Olma Sanatı'nı hatırladım ki kesinlikle iki kitap birbirine çok ama çok benziyor. O kitapta da mutluluk için kedere ihtiyaç duyulduğu, devamlı mutlu olmanın aslında mutsuzluk olduğu tarzında bir söylem vardı. Kitap bana yeni bir şey katmadı. Önceki okuduklarımı anımsattı biraz da özgün bir şeyler bulamadım diye canım sıkıldı.

 Mutsuzluk ve mutluluk üzerinde bende en çok kafa açan şey yeni keşfettiğim ve çok sevdiğim Tülay Kök oldu. Tülay hanım youtube'da psikoloji üzerine videolar paylaşıyor ve çok hayatın içinden zihin açan fikirleri var. Kendim için sınırlar eğitimi videoları oldukça eğitici oldu. Mutlulukla ilgili de herkesin bir acı eşiği olduğu gibi mutluluk eşiği de olduğunu söylüyor. Nasıl ki belli bir mertebeden sonra ki acı bizim için katlanılamaz ise neşe de aynı şekilde. Bir anda her şey yolunda giderken bir can sıkıntısı çıkartan insanların sebebi bu.. O mutluluk hali ona yabancı geliyor ve kaldıramıyor. Benim hayatım için çok doğru ne zaman işler yoluna koyulsa B. mutlaka herkesi etkileyen ve can sıkan bir şeyler buluyor. Sıçanların dönme oyuncakları gibi kendi içinde bir döngüde. İnsan neyi duymak istiyorsa onu dinliyor. Bende Tülay Hanım'ın dediklerine ihtiyaç duymuşum kafama yatmış dinliyorum. Bir bakın derim. Havalar çok sıcak. Klimanın başında da beynim pörsüdü. Az agresif bir yazı bakmayın kusuruma.

İnsanlık tarihinin kitabında mutluluk bölümü pek ince, geri kalan bölüm pek kapsamlıdır. Bu orantıyı değiştirme is­teği kesinlikle desteklenmeye değer, onu tersine döndürme­yi istemek ise gerçekçi değildir.

Mutsuz kişi, modern vebaya yakalanmış demektir, cüzamlı gibi davranı­lır ona, insanlar ondan uzak durmayı tercih ederler.

Ne kadar çok insan, sırf m utlu olmala­rı gerektiğine inandıkları için mutsuz oluyordur acaba?

2 Ağustos 2024 Cuma

Yalan Dünya Mağarası



 Mersin yolculuğumuza sabah kahvaltısı olarak Alanya'nın meşhur atom içeceği ile başladık. En yakın atom Mahmutlar'daydı. Allah'tan yol üstüydü. Biraz  milkshake'i andıran yoğun bir kıvamı var atom'un. Sıcak yaz günlerinde hem doyurucu hem de ferahlatıcı bir seçenek. Fiyatlar boyutuna ve bayinin konumuna göre değişiyor.  Aynı içecek Konyaaltı sahilde iki katı fiyatına iken Manavgat ve Mahmutlarda  daha uygundu. İlk defa deneyeceklere klasik Atom'u öneririm.



Yolculuğumuzda gitmek istediğimiz belli başlı yerler  vardı. Ama ana hedefimiz yolda olmak ve kahverengi yol panolarını takip etmekti. Y. arabayı sürerken bende sürekli Google haritalardan yakınlarda ziyaret edilecek turistik bir yer var mı diye bakıyordum. Gazipaşa yolu üzerinde Yalan Dünya Mağarası olduğunu gördük. Anayoldan 4-5 dakika uzaklıkta. Mağara özel bir işletmenin elinde ve mağaraya aldığınız biletlerle giriyorsunuz. Giriş fiyatı 2024 Temmuz için yetişkin kişi başı 100 lira. Mağara'nın adı bana komik geldi. Öyküsü bir o kadar dokunaklıymış oysa ki. 2 aşık her zaman burada buluşurlarmış. Aşkları öyle gerçek ve etkileyiciymiş ki. Bir gün yine buluştukları bir zaman deprem olmuş ve ikisi de can vermiş. Yerli halk "Gördünüz bu denli içten olan aşk bile yok oldu. Aşk'ta yalan dünya.2da yalan demişler. Bu ismi verenin çok arabeskvari bir düşünme tarzı varmış. Ben olsam Aşkın Son'u mağarası koyardım. Sonrada bir kil tablete bir hitabe yazardım. "Aşk bitti sanılan yerde başlar. Aşk kaybolduğu yerde çiçek açar." Sonra da bir efsane salardım ortaya "Aşkın sonu mağarasına giden aşık olduğu kişiyi son kez görmeden ölmezmiş." Oh daha güzeli mi var. Eğer hikaye uydurmaysa. Mağara keşfedilince öykü ve isme ihtiyaç oluyorsa sayın yetkililer lütfen bana ulaşın. Seve seve uydururum ben efsane.
Mağaraya sabah üstü gittik. Kimsecikler yoktu etrafta. Görevli içeride yarasalar olduğunu söyledi. Mağara bomboş olduğu ve bizimde zihnimizde binbir tane gerilim-korku filmi sahnesi olduğu için oldukça stresli bir geziydi. Sebebini bilmediğim bir nedenden ötürü yarasalar acayip hareketliydi. Etraf ışıklandırmalar genel mağaralardaki renklerin aksine  pembe mavi gibi renklerle yapılmıştı. Mağara oldukça yüksek, içerisi biraz serindi. Mağara duvarlarında adını bilmediğim ilginç oyuklar vardı. Bence yolculuğun devamında gördüğüm müze kart ile girilen diğer mağaralar daha etkileyiciydi. Ama zamanınız varsa bir seçenek olabilir. Mağaradan çıkınca oturabileceğiniz uygun fiyatlı bir kafe var.      

21 Temmuz 2024 Pazar

Bcp Haziran Kan Sahibi & Tahta Kurdu


Lakin dünyanın öyle hâlleri vardır ki bazı şeyler hurafe ile hakikat arasında gidip gelmektedir.

“Şerefine leke sürülen adam kanun’a göre ölü sayılır…”

 Merhaba bu yıl hedefim aksatmadan Bcp'ye katılmaktı. Aslında temaları takip o temada kitaplar okusam da yorum yazılarımı yazamadım. Güzel bir tatil yaptım. Şimdi yazma tempoma geri dönebilirim umarım. Yoğun bir tempo içindeyken kitap okuyamamanın eksikliği çekiyorum illaki bu yüzden de en azından dinleyeyim diye storytel üyeliği satın aldım. Acaba aynı hissi verir mi derken, gerçek anlmada çok ama çok sevdim. Bu temada okuduğum iki kitap oldu Kan Sahibi ve Tahta Kurdu. İkisi de çok bir beklentim ve hakkında bilgi sahibi olmadan okuduğum kitaplardı ama beni ciddi anlamda etkiledi. Kan Sahibi küçük bir köyde meydana gelen sürekli ölümlerin çözüme kavuşturulma(ma) hikayesini anlatıyor. Hikaye boyunca süslü cümleler yok. Birinin ağzından dinliyorsunuz sanki. Öylece akıp gidiyor sonlarda ortaya çıkan gerçek ile bir durup vay be bu kitap güzel bir mesaj veriyor diyorsunuz. En sonu zaten insanı tatmin eden bir şekilde bitiyor. Kısa bir kitap Kan Sahibi. Çerezlik denen türden.



oldukları kişiden nefret eden bütün erkeklerin yaptığı şeyi yapmak geldi: Kendilerinden aşağı olanları kullanmak.

İnsan yalnız ve fakir olunca aynı dersi iki defa alma lüksü yoktur.

Aile böyle bir şeydir. Bir avuç yaşayan ve bir avuç ölü ile kapana kısılma karşılığında sana yemek ve başını sokacak bir ev verdikleri yer

Burada sana bir şey vermeleri için senin zaten o şeye sahip olman lazım, o zaman işini kolaylaştırırlar. Eğer hiçbir şeyin yoksa sana verecekleri tek şey bu olur, hiçbir şey.


İkinci kitap tahta kurdu. Yine dinlediğim bir kitap. Öyle çok sevdim ki kitaplığıma eklemek istiyorum. İlk başta kitap iki ağızdan anlatıldığı için olayları anlamakta ve kafanızda oturtmakta zorlanabilirsiniz. İlk kısımlar ite kaka geçse de bir zaman sonra kendimi büyülü gotik bir dünyanın içine buldum. Bir ve anneannesi ortada kaybolan bir çocuk var. Torun olan genç kız baş şüpheli. Çocuğun dadısı çünkü. Anneanne cadı gibi bir şey. Sorgulama esnasında verdikleri ifadeleri içeriyor ilk kısımlar. Garip bir kitaptı. Toplumsal anlamda öyle dokunaklı bir kitap ki. Öteki olmak, toplumun önemsemediği bir kesim olmak. Sesi duyulmamak, varlığının bir önem taşımaması. Bilmiyorum içimde çok değişik yerlere dokundu kitap. Kitaplığıma eklemek istiyorum. Alıp elime kitabı sayfalarını çevirip o gotik, karanlık bir o kadar da sahici dünya da var olmak istiyorum.

9 Temmuz 2024 Salı

25 yaş dökümü 26 için planlar


Tepeden tırnağa bir usanmışlık Anı ne bellek ne Bu şehirden bu parktan uzakta Neresi olsa olurKırmızı Karanfil/Gülten Akın

 Hep böyleydim ben. Kalemliğimde bir kaleme takar bitene kadar kullanırdım. Boya kutumdan sadece bazı renkleri kullanırdım. Bu yüzden boya kutusunda minik ve devasa kalemler yan yana dururdu. Boya kutusu nizamlı ne çok insan var. Görünce şaşardım. Her rengi nasıl da güzel ahenkle kullanıyor. Nedendir benim bu yeşile maviye düşkünlüğüm. Yok mu şöyle turuncu, mor kullanacak bir babayiğit.

Ne kadar çok insan tanıyorsa beni o kadar çok ben var. Annemin aklındaki ben başka biri, arkadaşımın aklındaki ben farklı biri. Benim kendimi gördüğüm ben bambaşka biri. Merak ediyorum gerçekte olduğum kişiye en yakın öngörüye sahip olan kim. 

Kitap okumuyorum bugünlerde bolca podcast dinliyorum. Kendim kurmalı bozmalı bir oyuncağım işte. kurup bozup duruyorum.

25 yaşım çok neşeli başladı. Güzel deneyimler yaşadım. Türkiye'nin ilk kez doğusuna yolculuk yaptım. Çok ilginç bir deneyimdi benim için. Dedemi kaybettim. Hala mezarına varana kadar kabullenmekte zorlandığım bi şey. Üzücü bir takım ailevi meseleler oldu. Y. ile tanıştım onu çok sevdim. Trenin makas atıp yolunu değiştirdiği gibi yaşamımda makas attığım ve direksiyonu kırdığım bir yıldı.

Bazen yılbaşında bazen de yaşımı alınca liste yapınca karışıyor her şey. yeni yıl hedeflerimi gözden geçirip bir 26 bitmeden yapılacak 26 şey listesi yapmam gerek.

Yeni yıl listesinde 13 tane madde sıralamışım bunun üstüne ekleyeyim.

14- Aşık olmak istiyorum

15- Yeni bir dünya mutfağı denemek

16- Hiç gitmediğim bir şehre gitmek

17- Öykü yarışmasına katılmak

18-  Alanımda eğlenceli ve bilgilendirici bir dergi yazısı kaleme almak

19- Mesleğimde ilerlemek

20- Visual diary veya sessiz vlog tarzı bir kanal açmak

21- Annemin hayalini gerçekleştirmesi için destek olmak

22-  5 Yeni bitki türü öğrenmek

23- Daha az kafamın içinde yaşayıp daha çok dışarda yaşamak

24- Bir yetimi mutlu etmek

25- Ağaç dikmek

26- Kamp yapmak

25 yaşımda okuduğum 78 kitap okumuşum. Bu yıl hedefim daha çok Türk yazar okumaktı. Öyle de yaptım. Şiir öykü bazında yeni kitaplar okudum. Adnan yücel'in şiirlerini çok sevdim. Jean Louis Fournier ve Agoto Kristof'u çok ama çok sevdim. Diğer eserlerini de okumak istiyorum. Bu yıl bu iki yazarın dışında 78 kitap arasında okuduğum ve etkilendiğim sadece 8 kitap olduğunu görünce biraz üzüldüm açıkçası. Kitap şeçimlerimde daha titiz olmaya karar verdim.

1- Tahta Kurdu- Layla MARTİNEZ

2- Miras Vigdis Hjort

3- Bir gün kediler dünyadan yok olsa

4- Çukur ova üçlemesi- Adnan Yücel

5- Yeraltı Demiryolu

6- Boyalı Kuş

7- Dün- Agota Kristof

8- Son Beyaz saçım



28 Nisan 2024 Pazar

bu bahar bana beklediğim şeyi getirdi

 


Ne garip şu hayat. Bu yazıyı martın başında taslaklarda bırakmışım. Çok mutsuz olduğum bir zamandı. Kendimde çabalayacak çok enerji bulamıyordum. Kendimi weebtoon ve k-drama evrenine ışınlamış tamamıyla kendi gerçekliğimden çıkmıştım. Yabancı bir youtuber'ın hesabında neden insanların parasosyal ilişkiler kurduğuna dair bir video izlemiştim. Neden var olmayacak ilişkiler gerçekmiş gibi yaşıyoruz. Neden bir dizi karekterine 2 boyutlu çizimlere, hiç karşılaşamayacağımız idollere karşı karşı konulmaz bir çekim hissedip bağlanıyoruz. Özellikle yeni nesilde gerçekleşen bu ilişkinin bir çok sebebi olabilir. Ama ben kendimce yorumlayacak olursam incinmekten korkmak bunun en büyük etkisi. Etrafında sağlıklı ilişki içinde olan partnerlerin olmaması, mutsuz bir evliliği sürdürmeye çalışan insanların varlığı gibi bazı sebepler mutlu paylaşımcı ve neşe dolu bir birliktelik fikrini ortadan kaldırıyor haliyle. Sende seni incitmeyecek, sadece seni mutlu edecek kahramanı alıp kendi kafanda hayal dünyanda mutlu bir ilişki yaşıyorsun. Benim bu denli saplantılı olduğum bir karakter olmasa da bütünüyle dizilerin ve weebtonların beni gerçekten hayattan alıkoyduğunu o youtuber'ın videosunu izleyince fark ettim.

Prenses hikayelerini bir yerde sevmiyorum. Tüm yaşamının değişmesi için birini bekleme fikri oldum olası bana itici gelmiştir. Uyuyan güzel öpücüğü bekler, pamuk prenses prens için yedi arkadaşını terk eder. Bunlar mantık bazında bana sağlıksız ve aptalca gelse de bi zaman fark ettim ki içten içe yaşamıma girecek ve beni karşı konulmaz bir şekilde değiştirecek birini bekliyorum. Bunun farkına varmak aynı sokakta gördüğün ve ilk başta çıkaramadığın bir tanıdık gibiydi. İlk bakınca yabancı deyip kafanı döndürüyorsun. Sonra bakınca anımsıyorsun. Aynı insanın suratı hem bir o kadar tanıdık hem de bir o kadar yabancı nasıl olabilirse o kadar oluyor. İşte bu duygunun farkına varmak bende aynı bu hissi uyandırdı. Kendimi güçsüz ve aptal hissettim. Demek ki bende yaşamım için bir insanı bekliyorum. Demek ki bende beni kuleden içinde bulunduğum hapis hayatından kurtaracak bir prense muhtacım. Bu acizlik durumu karşısında hem afalladım hem de kendimi suçladım.
 Ama sonra şu gerçekliğin farkına vardım. Mesela bir kitap okuyup bir film izlediğimizde hemen kendimize dönüp ben niye böyleyim diyoruz. O karakter böylesine kararlar alırken, hareket ederken ben niye böyleyim. Ama şu bir gerçek ki hepimiz farklı yollardan yürüdük. çocukken birimizin bir günde aldığı sevgi ve ilgiyi bir diğerimiz ömrü boyunca görmedi. doğduğumuz evi, duyduğumuz sözler bu kadar farklıyken; başlangıçlarımız bu denli ayrıyken bitiş noktasına aynı zaman ve şekilde varmayı istemek mantıksız oluyor. Bu karmaşık duygularla boğuşurken bir tesadüf eseeri Be Melodramatic isimli k-dramayı izledim. Aynı evde kalan 4 arkadaşın öyküsü. Bu diziyi izleyince hayatımdaki en büyük kara deliğin aile evinde yaşamak olduğunu ayrımsadım ve kendi evime taşınma planları yapmaya başladım. İçinde bulunduğum sosyokültürel yapı için bu o kadar imkansız ve uzak ki. Yapabileceğim tek şey memuriyet sınavına hazırlanmaktı. Öyleyken bile tayinimin yakın bir şehre çıkması kaydıyla girebilirdim. Dışardan bakınca insanlar hadi çek kapıyı git diyebiliyor. Oysa insan içinde bulunduğu ilişkilerden bağımsız düşünülebilir mi? Ben sadece kariyer hedefimi gerçekleştirerek mutlu olamam. İş ve hayat dengemin olması gerekiyor. Ailemle sağlıklı bağlar kuramadığım bir evrende bu kimliğimle mutlu olamam. Belki başka evrenlerde başka şekilde büyüyen Nil daha bağımsızdır. İpleri eline almak ve koparmak konusunda daha cesurdur. Gerçi cesaret neye nasıl anlam yüklediğimize de bağlı değil mi. Her zaman gitmek mi güçlü ve cesur olmak. Her şeye rağmen kalmak çaba göstermek önemli değil mi. Neyse ben kendimi bildiğim için orta yolu bulduk ve ailemle bir şekilde anlaştık. Ders çalışmaya daha başlamamıştım ki( içten içe tam zamanlı bir işi istemiyordum. bu memuriyetin beni yeyip bitireceğini de bildiğim için erteliyordum.)Y. ile tanıştım. Tekrar tanışmak daha doğrusu. Çocukken evlerine gidip gelirmişiz. Pek anımsamıyorum. Babamın kuzeninin oğlu. Ramazanın ilk günü iftarda annesi beni görüp beğenmiş. Uzun ısrarlar sonucu aman görüşüp geçeyim dedim ve onunla tanıştım. Konuşması, ses tonu dünyaya bakışı dudağına öpücük konan uyuyan prenses gibi hissettim. Kendimi tuttum ama bırakmadım hemen. Biraz görüştük konuştuk. Ailesi ailemi tanıyınca nispeten daha kolay oldu görüşmelerimiz. Yaklaşık bir buçuk aydır görüşüyoruz. Bilmiyorum birini böyle seveceğim, bu sevginin beni olumlu anlamda destekleyeceğini düşünmezdim. Hep karşı taraftan ilgi ve sevgi görür ve benim kalbim mi bozuk neden bir şey hissetmiyorum derdim. Yahut gördüğüm ilgi ve sevgi beni rahatsız eder herhalde benim sevgi dilim sadece hizmet davranışları derdim. Ama birini sevdiğinde aynı fantastik filmlerdeki içine yüksek bir güç konuyor ve o ışık huzmesi, peri tozu her neyse seni daha güçlü daha neşeli daha mutlu bir insan yapıyor. Bahar geldi baharı oldum olası severim ama bu bahar bana Y.'yi getirdi. Mizahı, kültürü; hobileri öylesine çekiyor ki beni. Yüzüne bakıp içimden demek yaşamım boyunca beklediğim adam böyle bir şeymiş diyorum. Demek yaşamım boyunca beklediğim adamın sesi böyleymiş, gülüşü böyleymiş. Sevgi de bir rızık demişti birisi. Sevilmek de bir rızık. Aynı anda ikisine sahip olmak muazzammış. Herkes için dua ettim gerçek sevgiyi bulmaları, kalplerinin filizlenmeleri içlerinin sevgiyle neşeyle dolması için.
Bazı coğrafyalarda hala kulelerde kızlar var. O kızların bir çoğu o kuleden çıkmak pahasına bir prensin peşine takılıp gidiyor. Ve bu kez belki de daha karanlık daha kuytu zindanlarda kararıp yok olup gidiyor. Ama bazı şanslı kızlar iyi prenslere denk geliyor. Onu ailesinin yığdığı tuğlaların arasından çıkaran, ona daha çok alan tanıyan.
Benim gerçekliğim bu garip ama bu evrende bu benliğimde beni en çok mutlu edecek şey kendimi gerçekleştirdiğim ve ailemle sevdiklerimle iyi ilişkiler kurduğum bir dünya. Bu dünyanın en mümkün halinin kapıları açıldı. Beni sevecek ve destekleyecek bir adamla tanıştım.
Bu kadar uzun izah etmemim sebebi toplumumuzda var olan kutuplar. Neden beyaz bu kadar beyaz siyah bu kadar siyah. Neden sağ bu kadar sağ sol bu kadar sol? Gerçekliği inkar etmek, kafanda idealize ettiğin şeyleri görmek istemek günümüz aydınlarının sorunu bence. Aydınlarımızın bile hitap ettiği kitle var ve toptan bizi sonuca götüren biri çıkmıyor. Hepsi kendi bilmişliklerinin için debelenip duruyor. Tamam senin dediğin en doğru ama bu sorunu çözdü mü? Bu toplum bu çözüm önergesi için müsait mi?  İslamda alkolün yasaklanması farklı zamanlarda inen 8 ayetle olmuş. İnsanlar alkolü o kadar tüketirken bir anda bırakmaları zor olduğu için ilk başta alkollü namaz kılma yasaklanmış. Sonra o  sonra bu derken en sonunda tamamen yasaklanmış. Yahut kölelik sistemi bir anda ortadan kaldırılamamış ama köle azad etmek çok büyük sevap sayılmış. Yapılan hatalar neticesinde Allah'a sığınmak için köleleri özgürlüğüne kavuşturmuşlar. Bilmiyorum bunlar bence güzel numuneler. Günümüzde yapılan sorunları açıkca ifade ediyor. Çok sevdiğim bir aydının kitabını okudum geçenlerde. O kadar toplumdan uzak ve soyut yazılmış ki. Evet senin bu dediğin Ankara'nın memur çocukları için mümkün peki anadolunun belli sınırıları içinde yetişen çocukları için mümkün mü? Neyse benim derdim hiç bir parti, hiç bir baş değil. Ben memleketimin güzel Türkiyemin gelişmiş, kendi kaynaklarını kullanan; dış kaynaklardan bağımsız ve mutlu insanlarının olmasını istiyorum.
Eskiden yaz demek festival demek ki. Sadece konserler değil kast ettiğim Akdenizin her yayalasının şenliği olurdu. Karpuz Festivali, Keşkak Festivali, Ayran Festivalı... Aklınıza hayalinize gelemeyecek meyve yemeğin adı altında festival yapılır oyunlar, yarışmalar, çekilişler olurdu. Bilmiyorum renkler canlı, sesler neşeliydi. İnanıyorum yine çok güzel baharlar gelecek. 

Bcp Mart/ Kırmızı Karanfil Gülten Akın




 Merhaba Merhaba! Nisanı kuyruğundan yakaladım ve Mart'tan kalan Bcp yazımı yazıyorum. Hayatımda kocaman kocaman değişiklikler oldu ama bunu başı sonu bütün bir yazıda anlatmak istediğim için şimdilik sadece kitaptan bahsedeceğim. 

Gülten Akın bir tesadüf eseri tanıdığım bir yazardı. İlk hangi şiirimi okudum ne zaman okudum hatırlamıyorum bile. O an okumuş sevmiş sonraları unutmuştum. Sonra yine başka bir tesadüf eseri İş Sanat'ın şu şiir dinletisinde denk geldim yeniden. Bu dinletiyi kaç kere dinledim bilmiyorum bile o kadar çok sevdim ki. Seslendirmenler de öylesine hakkını vererek okuyorlar ki. İster istemez şiirin büyüsüne kapılıp kendinizi o şiirin içinde buluyorsunuz. Bcp'nin mart konusunun Kadın olduğunu duyunca aklıma ilk Gülten Akın geldi. Toplu şiirlerinin bulunduğu bir kitap Kırmızı Karanfil. Vezinsiz kafiyesiz şiirleri okumak bir garip gelebilir ilk başta. Fakat o sözlerin büyüsü, görünmeyelerin göz ardı edilenlerin öyküsünü okumak yetiyor insana. Bilmiyorum o kadar derinlikli ve incelikli geldi ki bana. Fakat bunda şiir dinletisinin etkisi çok büyük. Şiirleri kendim okurken bile kulağımda dinletideki o naif seslendirmenlerin sesi vardı. Gülten Akın şans vermenizi istediğim bir yazar aşağıya bir kaç dizesini bırakıyorum.

Ey gerçek sesimiz ey büyük kavga Umut iki midir, bir midir? Düşman şaşkın mıdır, kör müdür? Kurşun yediveren gül müdür? Vurulan ölmüyor, bu nasıl vurma?

Ey gerçek sesimiz ey büyük kavga Umut iki midir, bir midir? Düşman şaşkın mıdır, kör müdür? Kurşun yediveren gül müdür? Vurulan ölmüyor, bu nasıl vurma?

11 Mart 2024 Pazartesi

Bcp Şubat/ Gençlik Yolculuğu

 


"Onun acısını tam olarak anlayamam. Ne kadar uğraşsam da hayal edemem ama.. Tüm kalbimle seni anlamaya çalışarak hata mı ediyorum?"

Blogları Canlandırma Projesinin Şubat teması yalnızlık, dostluk ve sevgiydi. Yüzyıllık yalnız okumaya niyetlenmiştim. Ama bu aralar okuma aşkım kuş olup uçtu gitti bir yerlere. Bir kaç kere ilk sayfasını okusam da ilerleme kaydedemedim. En son uzun zamandır okuma listemde olan "gençlik Yolculuğu" kitabını okudum. Manga okumaya üç sene önce başladım. Hepi topu dört beş seri okumuştum. İlk başta bir garip geliyor. Siyah beyaz çizimler duygu geçirebilir mi diye. Ama pekala geçiriyor. Konuları ilginç oluyor. Distopik tarzda olanlar favorim. Fakat gençlik yolculuğu adı gibi tatlış bir manga. Ana karakterimiz Futaba Yoshioka (kız) ortaokuldayken sevimli ve erkekler arasında popülerdir. Fakat bu durum kız arkadaşları arasında  dışlanmasına yol açar. Futaba 17 yaşına girdiğinde ve liseye başladığında artık değişmeye karar verir. Sevimli şeyleri bırakıp harbi kız olmaya çabalar. Böylece kabul görecek ve bir gruba ait hissedecektir. Bir yandan erkek karekterimiz Kou vardır ki kızımız ortaokuldayken bu oğlana aşık olmuş fakat ilanı aşk edememiştir. Lisede kou ile tekrar karşılaşır fakat Kou'nun hem soyadı hem de kişiliği değişmiştir.  Sonradan Futaba öğrenir ki oğlanda ortaokuldayken onu seviyormuş fakat artık ona karşı hiç bir duygusu kalmamış. Futabanın Kou'ya hislerini, arkadaş edinmesini ilk gençliğe ait o saf ve masum endişeleri telaşeleri okuyoruz. Kitabın dört cildini okudum. İlk cildinde sıkıldım. Fakat liseye başlaması, kendini değiştirme yer yer bastırma çabası arkadaş edinme evrelerinin olduğu 2-3 cilt bana daha çok hitap etti. Kitabı buhranlı bir dönemimde okumuştum. Bazı cümleler içimi ısıtıp beni rahatlattı. Okurken her ülkede ilişki dinamiklerinin ne kadar farklı olduğunu düşünüp durdum. Yer yer arkadaşlıkları bana çok yüzeysel yer yer de abartılı geldi. Kafa dağıtmalık, çerezlik bir kitap okumak isterseniz gençlik yolculuğuna bir göz atabilirsiniz.

"Yine kaybedeceğini düşündüğün için korkuyorsun değil mi? Sen gerçekten de inanılmazsın. Çok değerli bir şey kaybettiysen ve yerini dolduracak başka bir şey yoksa sen de orayı tek bir şeyle doldurmaya çalışma olur mu? Ufak da olsa on tane, yüz tane şey topla. Senin hayata tutunmanı bunlar sağlasın Kou. Bir şeylerle uğraştın veya dolu dolu kahkaha attın diye kimse seni suçlamayacak. Eğer öyle biri çıkarsa ağzını yüzünü dağıtırım onun ben."

20 Şubat 2024 Salı

Çalışkan çocukların dondurmaları sihirli olur

                                

Bir gölüm şimdi. Bana doğru eğiliyor bir kadın, Derinliklerimi araştırıyor, keşfetmek için kendini
Ariel ve Seçme Şiirler/Sylvia Plath

Babam sevdiğini severdi. Sevdiği adamın işini iyi yapardı. Kendini de sevdirirdi. A. Dayı vardı. Bizim semtin fırıncısı. Tabi o zamanlar üç beş fırını vardı. Sonra fabrikası oldu. Çok zengindi. Babamı severdi. Bayramda elini öptüğümüzde jilet gibi kağıt bir liralardan verirdi. Şimdilerde yatalak olmuş. Annem hep anar onu.  "Hakkı çok büyük üstümüzde. Kapıya gelir ekmekleri asar asar giderdi." derdi. Bende A. dayının üzerimizde hakkının çok büyük olduğunu bilirim tabi. Benim çocukluğumda hatırladığım tek tük mutlu aile anılarımdan birini yaşama sebep olmuştur çünkü. 
 A. Dayının bahçesinde salkım söğüt olan havuzlu bir villası vardı. O zamanlar bizim buralarda tek tük apartmanlar  var. Genelde tek katlı ikinci nesil müstakil evler var. Televizyonda bile görmemişim villa. O kadar küçüğüm. Babam bahçıvanlık ve elektrik işleri yapmak için gidiyor oraya. Bir şekilde bir sefer bizi de götürüyor annemde geliyor. O gün çok çalıştığımı hatırlıyorum ama. O kadar küçük bir velet nasıl bir iş yaptı bilmiyorum.  Tek bildiğim bana verilen görevleri yerine getirmenin mutluluğunu göğsümde kocaman hissetmiştim.  
Sonra bir şekilde fikir kimden çıkıyor bilmiyorum ama babam çocuk havuzunu bahçeyi suladığı hortumla dolduruyor. Biz deli gibi yüzmeye başlıyoruz. Suya uzun bir zaman sonra kavuşan ördekler gibiyiz.  Deniz gibi korkunç değil havuz. Uçsuz bucaksız da değil. Ayaklarım yere değiyor. Ah ne güzel! Ne güzel! Yazları gittiğimiz göl gibi yosunlu bana iğrenç gelen bir tabanı da yok. Annemin doldurduğu küçük leğenler gibi de değil. Etrafa su sıçratabiliriz. İlk neşe duygusunu ne zaman hissettim bilmiyorum ama o gün o havuzda mutluluktan çıldıracakmış gibi hissettiğimi hatırlıyorum. Saf katıksız öylesine doludizgin bir neşe ki bu. O havuzu gölgeleyen salkım söğütlerinin zarafeti ile büyüleniyorum bir yandan. Acaba diyorum tüm o saf neşem, salkım söğütlerinin dallarına mı işledi. Neden suya dallarını uzatan bir salkım söğüt görünce içimden tatlı bir ezgi yükseliyor?
 Babamı hatırladığım tek tük anıdan biri bu. Keşke hep o anımdaki gibi bizi bir araya getiren ve neşelendiren biri olarak kalsa diye ağladım bu yazıyı yazarken. 
 Bence ölen birini affetmek daha kolay. Acı verici belki ama. En azından bir nebze daha kolay. O insana karşı yeni hayal kırıklıkların oluşmayacağı için kırılan yerlerini tamir etmek daha kolay. Kalan yaraların kabuk bağlayabilir pekala. Oysa hayattayken ve hala karşı konulmaz şekilde hayatını kötü bir şekilde etkilerken birini affetmek, kabul etmek öylesine zor ki.
Neyse o gün neşeyle yüzüp işten dönerken para kazanmışız güya. Annem üçümüze harcamamız için para veriyor. Biz de dondurma istiyoruz tabi. Arabayı kenara çekiyor babam. Panda dondurmalar var o zaman. Herkes yiyor afiyetle. Bir tane yeter mi insana? Yetmiyor tabi. Bitmesin diye yavaş yavaş yiyoruz ama bitiyor işte. Fakat o da ne? Bir bakıyoruz ki bedava. O an beşimizden dördüne bedava çıkmış. Gidip alıyoruz. Tekrar bedava, tekrar bedava. Sonsuz bir bedava döngüsüne giriyoruz. Sanki fabrika tüm bedavaları basmış da milyonda bir ihtimal bütün o bedavalar bir kutuya istiflenmiş ve bizde o bedavalara sahip olmuşuz gibi. Gerçekten dondurmaya doyduğum bir an oluyor. Kaç tane yedik bilmiyorum. En son bakkal bedava dondurmayı vermeyi reddetmişti. Benim aklımda 18-19 bedava diye kaldı. Kimse kesin bir rakam hatırlayamadı sorduğumda. Tek bildiğimiz biz o gün deli gibi dondurma yemiştik. Annem demişti ki  "Gördünüz mü? Çalışırsanız, çabalarsanız Allah sizi böyle mutlu eder. Sanki istediğiniz olmaz gibi olur ama bir bakmışsınız olmuş daha güzeli olmuş.!"
Bu hikayeyi yıllarca göğsümü gere gere anlattım okulda. Arada ben bile kendimden şüphe edip hikayemi ablamlara doğrulatma ihtiyacı hissettim. "Abla o gün ne çok dondurma yemiştik demiii?"
 Arabayı park ettiğimiz yer bahçeli bir evin önüydü.  Gül sarmaşıkları bahçe demirlerini sarmıştı. Kırmızı güller olanca güzelliğiyle arzı endam ediyordu. O güller nasıl öyle güzeldi.? Dondurma nasıl böylesine lezzetliydi. Mutluluk nasıl da güzeldi? Tüm aile beraberce kıkırdamak nasıl bu denli muhteşem olurdu?
 Ara ara kendimi rüyamda o evin bahçesinde gördüm de bir türlü anlam veremedim. Burası neresi? Nereden uyduruyor beynim böyle yerleri diye. Sonra rüyamızda gördüğümüz tüm yer ve mekanların gerçekte gördüğümüz yerler olduğunu öğrendim. Yani aslında yabancı bir adam gördük zannediyoruz. Beynimiz uydurdu sanıyoruz. Oysa sokaktan milisaniyelik gördüğümüz o adamı beynimiz kendi filmine figüran yapıyor.
Hah işte bu yazıyı yazarken o gül sarmaşıklı evin arabamızı park ettiğimiz ve içinde doyasıya neşeyle dondurma yediğimiz yer olduğunun şimdi ayrımına vardım. Acaba o mutlu aile tablosu bir yerde kayboldu da zihnim ne aradığını bile bilemeden etrafında dolaşıp durdu mu yıllarca. Artık neden o evi gördüğümü bahçesinde koştuğumu, kapısını çaldığımı anlıyorum. Tüm o rüyalarda ne aradığımı da anlıyorum.
Zihnimiz ne sihirli bir şey. Yazmak ne muhteşem bir olgu.  Zihnim çalışkan çocukların dondurmaları gibi sihirli. Yazmak çalışınca sonucunu sürpriz bir şekilde aldığımız işler gibi beklenmedik güzelliklerle dolu...
                                              

31 Ocak 2024 Çarşamba

BCP Ocak- Yan Etkiler Woody Allen



Blogları Canlandırma projesi bu yılda devam ediyor. Geçen sene ara ara konuları takip edip okumalar yapsam da yazı yazmamıştım. Farklı alanlardan okumalar yapmak öylesine güzel ki. Her zaman kullandığın bir yol var eve giderken ama sonra sen bambaşka bir sokak keşfediyorsun. Bu hissi veriyor bana. Bu ay mizah, müzik gibi seçenekler vardı. İkisi de asla okumadığım alanlar. Mizahi olarak tükettiğim son kitap ortaokulda okuduğum Zeytin ile Limon. Bende garip bir huy var. Ciddi filmler izleyemiyorum. Daha çok chichk flick filmler tüketiyorum. Kitaplarda ise günümüz çok satanlarını, kapağı renkli illüstrasyonlarla bezeli kitapları asla okuyamıyorum. Daha ciddi kitapları seviyorum. Bu yıl bunun üstüne gitmeyi deneyeceğim bakalım neler keşfedeceğim.

Woody Allen oradan buradan adını duyduğum birisiydi. Araştırınca gördüm ki senarist, yazar, yönetmen gibi çok yönlü bir özgeçmişi var. Yan etkiler toplam 17 öyküden oluşuyor. Her bir öykü diğerinden bağımsız absürtlükleri barındırıyor.
Kitabı okuyunca ince zekasına hayran kalıyor, komik tespitlerine ve absürt durumlara kıkır kıkır gülüyorsunuz. İlk öykü dışında diğer öyküler ilgi çekiciydi. Özellikle romantik bir kaçamak yapmak isteyen adamın terapistten büyücüye uzanan garip ve komik yolculuğunu okurken bir film izlemiş gibi oldum.
Çokça kafa dağıtmak, yer yer durup düşünecek tespitler okumak isterseniz yan etkiler tam size göre.

Alıntılar

"Çok sadık bir insandır," dedi bir başkası; "bir keresinde Bayan Monroe buzda kayıp düştüğünde, kadını yalnız bırakmamak için o da kayıp düşmüş."

İşin aslı şuydu ki, Pinchuck ayakkabıların sıktığını fark ettiği halde satıcıya hayır demeyi başaramamıştı. "Sevilen biri olmak istiyorum," dedi Blanche'a, "Bir keresinde sırf hayır diyemediğim için canlı bir antilop satın aldım." (Not: O.F. Krumgold'un Borneo'daki bazı kabileler üzerine yaptığı bir araştırmanın sonuçlarını anlattığı makalesinde, bu kabile dillerinde "hayır" anlamında bir sözcük bulunmadığı için, bir isteği geri çevirmek gerektiğinde başların aşağı yukarı sallanıp "Size döneceğim," dendiği bildirilmektedir. Bu da bilim adamının, her ne pahasına olursa olsun sevilen biri olma dürtüsünün öğrenilmiş değil, bir opereti baştan sona izleyebilmek gibi kalıtsal olduğu kuramına destek vermektedir.)

Hayatındaki en büyük dert, her şeyi ilgisiz yerlere koymasıydı. Bir keresinde sabah uyandığında yatağını bulamamıştı.

17 Ocak 2024 Çarşamba

lale tarlaları yok artık ve ben operadan nefret ediyorum

 


Tonight I'll dream while in my bed 

While silly thoughts run through my bed

Kahrolasıca değişmeyen toplumsal tabular. 8-5 işim olmayınca bizimkilerin gözüne çok batıyorum. Yada yaşım (25) gelip geçtiği için olsa gerek evlilik meselesini gündeme getirip duruyorlar. Benim beynim bu eve ait değil. Daha iki ay önce nişandan döndük. Kendi isteğimle başlayan ama ısrar ve diretmeyle hızlıca ilerleyen bir süreçti. Sağlıklı bir düşünce değil ama artık şöyle düşünmüştüm "Sonunda evde kalacaksın ne zaman evleneceksin darısı başına lafları" cehennemin dibine gidecek. o sıralarda da içten içe bir şeylerin istediğim gibi olmadığını biliyordum ama içten içe ne var evlenir bir yıl evli kalır boşanırım sonra da kimse lanet çenesini açıp evlen demez. 

kahrolsun ya kahrolsun. sen nasıl başarılar başarırsan başar parmağına o yüzük girmedikçe başarısızsın. benim harika çocukluk arkadaşlarımda evlenip barklandıkları için hemen anne hanım geç kalmışlık korkusuna düştü. Lanet olsun ya. o kadar öfkeliyim ki. ama en çok kendime kızıyorum. o zamanlar diretip istediğim eğitim almadığım için. her gün bir bok parçası gibi ezilip kaldığım için. içimde çok şey kırık toparlamaya çalışıyorum ama. öylesine zor ki. ailende seni anlayan tek bir kişinin olması. bir tek küçük erkek kardeşim diyor bırakın ne yaparsa yapsın diye. 

bir gece rüya görmüştüm. herkes başıma üşüşmüş bir şey istiyordu. bende elime bir bıçak alıp tüm etlerimi parçalarımdan ayırıp hepsinin önüne bir parça atıyordum. hepsi bir sırtlanda başıma üşüşmüş gibi. hayır diyemiyorum. sınırım yok benim. sonra gittikçe kötüleşince bu durum bu rüyanının daha üstünü gördüm. benden bir şey isteyenler çoğalmış yetemiyorum artık. buraya gel bunu yap. kendimi yüksekçe bir yerde ateşe veriyorum. ateşin kokusu o kara duman genzimi yakıyor ama o kadar hafifliyorum üzerimde her parça bir yere dağılıyor. benden mutlusu yok.

bu yıl daha bir sınır koysam da aileme sınır koyamıyorum. arkadaşlarıma koyamıyorum. çekip gittim ülkenin bir ucuna bu kez yalnızlıktan kıvrandım. kendimle ne yapacağımı bilemedim. 

yalan söylemekten nefret ediyorum ama şöyle adam gibi çıkıp istemiyorum lan yapmayacağım gelmeyeceğim diyemedim için yalan sıkıyorum. o gün çalışıyorum. ani bir iş çıktı. bu yıl çok yalan söyledim. neyse bu yıla kadar kendime söyledim. biraz da başkalarına bulaşsın.

insanlığın devamı benim evlenmeme bağlı gibi. ben evlenmezsem uzaylılar mı istila edecek dünyayı. neden bu kadar baskılıyor. söyledikleri boktan laflar normalmiş gibi neden davranıyorlar. "iyi o zaman evde kal da günü gör." "o zaman git 40 yaşında birini bulda evlen."

ben mutluyum şu anda. mutluyum işte. neden kurcalıyorsun. hayat sadece senin bildiğin gibi yaşanmıyor işte.

bir gün evleneceksem de sevdiğim biri olsun istiyorum.

geçen biten ilişkimde de acele ettirdiler. sonra ayrılınca içten içe oh dedim oh görün gününüzü. biliyorum sağlıklı değil bu düşünce tarzı. ama ne yapabilirim benim içine doğduğum ev büyütüldüğüm koşullar sağlıklı mı. keşke hiç olmasa denen bir baba figürü, sürekli çabalayan eve ekmek getiren lanet kocası her bir haltı yese de sabretmek zorunda kalan bir anne. yıllarca annemin boşanmasını bir yere gidip yeni bir hayat kurmayı diledim. artık bunun imkansız olduğunu görünce kendim gittim ama yapamadım. böyle kendimi sarmaşık gibi hissediyorum kendi başına ayakta duramayan asalak hayvanlar gibi hayatta kalmak için anneme ihtiyacı olan. 

kendimi bu düşünceleri düzeltmeye çalıştım. ama bir yarayı kaşımak gibi daha kötü hale geldim. bilmiyorum psikiyatriste gitmem gerek belki. keşke bana bir hap verse. gepetto'nun pinokyo'sunun bir kalbi var mıydı duyguları. bende bir kuklayım ama kalbim var. o lanet olasıca duygularım yok olsa. alın nasıl isterseniz kullanın deyip teslim etsem hayatımı. savaşacak gücüm yok çünkü. savaşmaktan yoruldum belki bilmiyorum. 14 senedir savaş veriyorum. ortaokuldan mezun olduğumdan beri. 500 üzerinden 460 puan almıştım. öğretmenim demişti ki seni burada bir liseye göndermeyelim yazık olur. büyükşehirdeki sosyal bilimlere git ben her şeyi ayarlarım. hep bunu düşünüyorum bir evrende ben o liseye gittim mi. o okuldan mezun olup istediğim okula girebildim mi? sonra o iğrenç adam beni arabadan indirmiyor okula gidiyor kendi tercih yapıyor. bende ayaklarımı sürüye sürüye gidiyorum okula. mezun olana kadar o kadar çok tükeniyorum ki. sonra üniversiteye bile gitmek istemiyorum. okul öncesi öğretmeni ol, tam bir kıza uygun. tamam diyorum. Allah aşkına neredeydi şimdi aklım diyorum. neden çabalamadım. ama ben hep aynıyım. bak şimdi hayır diyebiliyor muyum. kendi hayatımı komuta edebiliyor muyum. mezun olup işe girince çocukları öğretmeyi çok seviyorum. işverenim veliler hepsi beni çok seviyor. ama ben nefret ediyorum işimden. ben kapitalizmin istediği bir robotum. her denileni yapan. en iyisini yapmak için kendini tüketen. iki yıl çalışıp istifa ediyorum. sonra orada burada işler. aile işleri, eş dost ahbap ricaları. vay efendim okulumuzda atölye yap, turnuva var jüri ol. olalım ama ne karşılığı hatır gönül. en nefret ettiğim atasözü hatır için çiğ tavuk yenir. bu sözü duyunca içimden o tavukların kafalarını kopardığımı karşımdakinin ağzına tıktığımı düşünüyorum. ama tam tersi davranıyorum. küçüklükten beri böyleydi. ben ikinci sınıftım. annem ablama çayı getir demişti. getirmedi ablam. annem kızar diye koştum getireyim dedim. çaydanlığın bir tarafı bir ayağıma diğer tarafı koluma döküldü. üzerimde ördekli tulumum vardı. ne garip o tulumu çok sevmeme rağmen ne zaman giysem midem bulandı. bir daha aynı sevgiyle giyemedim. ayağımı kolumu alçıya aldılar iki ay boyunca okula gidemedim. kemiğimin görünüşünü gözlerimi her kapattığımda hatırladım. neyse ki akıllı kadın annem çok araştırmış arka bahçeye pancar yaprağı ekti. gizli gizli sardı koluma doktor bile şaşırdı. nasıl böyle iz kalmadan iyileşti diye. benimle aynı yaşlarda yanan arkadaşımı gördüm. kolu buruş buruş olmuş estetik ameliyat olmalısın demiş doktor. bana da demişlerdi ilk yanınca. kolu büzülür kalır diye. kalmadı işte. dedem 79 yaşında annesinin öldüğünü anlatırken ağlamıştı. annen yoksa kimsen yok demişti. babası uzaklara çalışmaya gidermiş. annesi besler, doyurur; okutur, öğretirmiş. ne zaman annesi ölmüş kimsesi kalmamış dedemin. bir üvey ana gelmiş, sorumsuz bir baba. ne tarlalar ne dükkanlar yok olup gitmiş. kendi sıfırdan yapmış. ne garip. bu öykü mü beni daha çok bağlıyor anneme. gerçi çocukluğumu düşünce çok az insan hatırlıyorum. baba yok hiç. onun bizi götürdüğü yerlerde bile o yok. araba gidiyor ama sürücü koltuğu boş. havuzdayız ama kimse yok başka. küçüklüğümden beri garip bir yalnızlık duygusunu hissediyorum. yastığıma sarıldığımı dünyada kimsemin olmadığını düşünüp ağladığımı. ilk kez jules verne'yi okuduğumda bir arkadaşım varmış gibi hissetmiştim. aya baktığımı orada bir yerlerde Jules'in olduğunu beni gördüğünü düşündüğümü hatırlıyorum. arka bahçede kilden kardan adamlar yaptığımı onlarla konuştuğumu, geceleri özellikle durmadan ağladığımı. çocuk olmak zor. etrafında olan olayları anlamlandıramıyorsun bilinçli ama istemsizce hepsine maruz kalıp bununla savaşmaya çalışıyorsun. böyle bir çocukluk geçirdiğim çocukları çok iyi anlamıştım. ama kalbim kaldırmamıştı. ebeveynlerin çocukları bir meta gibi gördüğünü, ruhlarını harap edip yaraladıklarını. bir sınıfta o kadar çocukla ilgilenirken benim de onların kalbine yaralar açabileceğimi.

bilmiyorum. kafam binlerce düşünceyle dolu. bilgisayarı kapatıp ağlayacağım. neden herkes gibi olmadığımı evlenmenin, sadece işini yapıp fazla düşünmemenin benim için bu kadar zor olduğunu düşüneceğim. 

-o zamanlar annem bana neden evde kaldın, evlen artık deyip durmazdı. hangi öyküyü anlatayım derdi. meydana kitap sergisi kurulmuş gidelim mi derdi. laleler açmış görmeye gidelim derdi. mavi elbiseni giyme başka elbisen yok mu derdi. sana şiir öğreteyim mi derdi. ablamlar çizgi film diye sızlanırken benim bilmem nerden bulup dinleyip durduğum operayı açmama izin verirdi. sonra her şeyi alçalan yükselen sesimle uyduruk ezgilerimle söylemeye başlayınca yasaklandı tabi. o kadar hasret çektim ki ağzını açıp istediği gibi ses çıkaran o kadına. belki de daha o zamanlar içime attığım onca şey varken o tombul kadının o kadar yüksek perdeden öyle çeşitli nağmelerle cümleler kurması etkilemişti beni. bilmiyorum. tek bildiğim artık operadan nefret ettiğim.